27 Ağu SARAYBOSNA
Nisan ayında, Belgrad seyahatimden hemen sonraki haftasonu, Pegasus’un Çok Gezenler Kulübü’yle Saraybosna’ya gittim. Yani hafta içi işe gelip, hafta sonu tekrar Balkanlar’a dönmüş oldum. Biraz yorucu oldu tabii ama çok da keyifli oldu.
Saraybosna benim için rüzgar gibi geçti. 48 saat bile kalmadım aslında ama çok sevdim. İnsanları güzel, mimarisi güzel, huzurlu, gece hayatı hareketli… Beni daha ilk görüşte şaşırtan bir şehir oldu. Cuma akşamüstü şehir merkezine ilk varınca, aklımdaki Saraybosna’dan çok farklı bir görüntüyle karşılaştım: Kalabalık kafeler, barlar, sokaklara taşan masalar… Aynı şekilde ertesi sabah da, estetik binaları, Latin Köprüsü, ağaçları, arka planda yemyeşil tepeleri ve çevresine kurulduğu pırıl pırıl akan Miljacka Nehri’nden oluşan manzarasıyla etkiledi beni. Beklediğimden çok daha güzel çıktı.
“Saraybosna ve ben” temalı artistik pozum 🙂
Saraybosna’ya gitmeme vesile olduğu için Çok Gezenler Kulübü’ne ve bu kulübün fikir sahibi sevgili Hazal’a buradan teşekkürlerimi bir kere daha iletmek istiyorum! 🙂 Bu arada bilmeyenler varsa, Çok Gezenler Kulübü, seyahat etmeyi seven ve gezip gördükleri yerleri yazarak, çizerek, fotoğraflayarak anlatmayı seven, gittikleri yerleri turist gibi gezmekten ziyade oranın yerlisi gibi yaşamayı seven insanlardan oluşuyor. Pegasus Havayolları da Çok Gezenler Kulübü aracılığıyla gezginlere destek veriyor. Buraya tıklayarak Çok Gezenler Kulübü’nü daha detaylı bir şekilde inceleyebilirsiniz.
Eğer Nisan ayında Pegasus’un internet sitesine girdiyseniz, Çok Gezenler Kulübü’nün anasayfada yer alan bu banner’ına mutlaka denk gelmişsinizdir. 🙂 Ama ben Belgrad’a önceki hafta gitmiş olduğumdan, sadece Saraybosna kısmına dahil oldum.
Neyse, her zaman olduğu gibi bu yazıma da bir şarkı eşlik etsin. Aslında Bosna Hersek, yavaş tempolu, melankolik “sevdalinka”, yani sevda şarkılarıyla meşhur ama sevdalinkalar, hüzünlü şarkılar oldukları için, en sona saklıyorum. Onun yerine ünlü Sırp müzisyen Marko Markoviç’in, Guca filminde çaldığı, hareketli Balkan ezgilerini barındıran enstrümantal şarkısı bize eşlik etsin. Dinlemek için tıklayın.
INSTAGRAM: @orcundalarslan
SARAYBOSNA’YLA İLGİLİ GENEL BİLGİLER
Bosna Hersek, 600 binin üzerindeki nüfusuyla her ne kadar Bosna Hersek’in en büyük şehri olsa da aslında küçücük ve huzur dolu bir şehir. Pırıl pırıl akan Miljacka Nehri kenarına ve onu çevreleyen yemyeşil tepelerin eteklerine kurulmuş. Bu arada ben ilk görünce “milyaçka” diye okumuştum nehrin adını ama doğru okunuşu “milyatska”ymış.
Pırıl pırıl Miljacka Nehri ve arka planda Latin Köprüsü
Miljacka Nehri’nin her iki yanında, her daim yürüyen veya koşan Saraybosnalılar’ı görebilirsiniz.
Şehir küçük ama sokaklar her daim hareketli
Saraybosna’nın tarihini kısaca özetleyecek olursak, her ne kadar ilk yerleşim kalıntıları tarih öncesi döneme kadar uzansa da, Saraybosna’nın kuruluşu Osmanlılar’ın 1463’te bu bölgeyi fethetmesine dayanıyor. Sonrasında Türkler’in Avrupa’da kurduğu en büyük şehir haline geliyor ki bugün de bu durum hala geçerli. 1878 yılına kadar Osmanlılar’a bağlı kalan şehir, bu yıl imzalanan Berlin Anlaşması’yla Avusturya-Macaristan yönetimine bırakılmış. Sonrasında, 1918’de Yugoslavya Krallığı’na bağlanmış. 1992’de de bir referandumla Yugoslavya’dan bağımsızlığını ilan etmiş.
Bu tarihi çeşitlilik şehrin mimarisine de yansımış tabii. Şehirde birbirinden tamamen farklı üç mimari bölge var. Bir tarafı sosyalist dönemden izler taşıyor. İlerleyince Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun mimarisi ve en sonunda Baščaršija (Başçarşiya diye okunuyor) ya da Türkçe’siyle Başçarşı’da Osmanlı mimarisi çıkıyor karşınıza ki çok iyi korunmuş. Ayrıca binalar çok fazla restore edilmediği için, yaşanmışlık hissi var. Kimi yerlerde kendinizi Türkiye’de bir kasabada hissederken, kimi yerlerde de bir an için kendinizi Balkanlar yerine Batı Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinden herhangi birinde hissedebiliyorsunuz. Kafanızı biraz kaldırıp şehri çevreleyen yemyeşil tepelere bakınca da, dik çatılı şirin evleriyle kendinizi Alpler’deki herhangi bir İsviçre kasabasında sanmanız da olası.
Özellikle Başçarşı civarında, kendinizi küçük bir kasabada hissedebilirsiniz.
Öğleden sonra yürüyüş vakti. Manzara şahane! Saraybosna’nın İsviçre Alpler’ini andıran tepelerine bakmaya doyamadım.
Saraybosna’nın sabahları ayrı bir güzel oluyor.
Bosnalı kızlar, tüm eski Yugoslav ülkelerinde olduğu gibi çok güzeller. Uzun boyları ve fit yapılarıyla dikkat çekiyorlar. Ama yine de Belgradlı kızları tek geçtiğimi söylemeden edemeyeceğim. Ben Müslüman nüfusun ağırlıkta olmasından dolayı, daha muhafazakar insanlar beklerken, hiç öyle olmadığını gördüm. Halkı oldukça modern ve cana yakın. Onlar da tüm Balkanlar gibi Türk dizilerinin hastası. Türk olduğunuzu öğrenince, konuyu hemen dizilere getiriyorlar. Özellikle de son dönemde Muhteşem Yüzyıl’a. Tıpkı Yunan adalarının bu seneki hali gibi, Saraybosna’da da çok fazla Türk turist var. Ama tanıştığım Bosnalı bir kız, Türk kızlarını seviyorum ama erkeklerini sevmiyorum dedi. Hiç şaşırmadım. Malum sebebini tahmin etmek zor olmasa gerek.
Saraybosnalı kızlar, uzun boyları ve fit yapılarıyla dikkat çekiyorlar.
Şehrin nüfusu Boşnaklar (Bosnalı Müslümanlar), Sırplar (Ortodokslar) ve Hırvatlar’dan (Katolikler) oluşuyor. Kiliselerin önünden geçerken ezan sesi, camilerin önünden geçerken çan sesi duymak günlük bir rutin. Zaten Saraybosna, bir zamanlar, Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerin birlikte uyum içinde yaşamasından dolayı, Avrupa’nın Kudüs’ü olarak anılıyormuş. Genel olarak çok huzurlu bir şehir.Kafeler, barlar gençlerle dolu. Sokaklarda, çok sayıda spor yapan, koşan, bisiklete binen, paten kayan her yaştan insan görebiliyorsunuz.
Hünkar Camii önünden geçen rahibeler… Böyle tezatlıkları seviyorum!
Eski bir sinagog olan bu fotoğraftaki bina, şu anda Yahudi müzesi olarak kullanılıyor. Önündeki küçük meydanda bulunan kafede, gezmekten yorulduğunuzda, çay, kahve, bira molası vermek için ideal bir nokta.
Şehrin huzurlu havasına kapılıp, yaşamış oldukları savaşı unutsak da, bir şekilde kendini mutlaka hatırlatıyor. Saraybosna, Bosna Savaşı sırasında, 1992-1995 yılları arasında, dünya modern savaş tarihindeki en uzun kuşatmaya maruz kalmış ve çocuklar dahil binlerce insan bu kuşatma sırasında hayatını kaybetmiş, çok daha fazlası da yaralanmış veya sakat kalmış. Kurşun izleriyle dolu binaları sıkça göreceksiniz. İnsanın içi acıyor ve durup sorguluyor, böyle huzur dolu, güzel bir şehirde insanların ne alıp veremediği varmış da savaşmış diye. Sokakta gezerken kim Boşnak, kim Sırp, kim Hırvat hiç anlaşılmıyor. Saçma sapan bir savaş yapmışlar. Angelina Jolie’nin yönetmenliğini yaptığı, bu kuşatmada Sırplar’ın yaptığı insanlık dışı hareketleri konu alan 2011 yapımı Kan ve Bal Ülkesinde (In the Land of Blood and Honey) filmini izlerseniz, savaşın acımasızlığını daha iyi anlamış olursunuz.
Savaşın izleri şehrin her yerinde var. Şehrin içindeki birçok parkta, bu şekilde beyaz mezar taşları göreceksiniz. Taşların hemen hepsinde ölüm tarihleri 1992-1995 arası…
Savaşın tüm izlerine rağmen gençler, güzel havanın ve hayatın tadını çıkarıyor.
Paten kaymak popüler aktiviteler arasında.
Geçirmiş oldukları 2 savaşa rağmen, Saraybosna’da yaşlı insanlar dimdik ayakta, yüzleri gülümsüyor. Üstelik bu fotoğrafta gördüğünüz amca ve teyze gibi çok da şık ve bakımlılar. Gençler de öyle. Ülke fakir ama belli ki kıyafete para harcıyorlar.
Saraybosna’nın sembollerinden birisi de bence eski ama sempatik tramvayları. Aslında Saraybosna’nın tramvay sistemi, Avrupa’nın en eskilerinden biri. 1885 yılında kurulmuş. Otobüsler de 80’lerden kalma, hala elektrikli. Ama benim hoşuma gidiyor böyle nostaljik görüntüler. Tabii benim için Balkanlar’ı Balkanlar yapan en önemli özelliklerden birisi olan Yugoslavya döneminden kalma eski arabalardan Saraybosna’da da bol sayıda olduğunu söylemem gerek.
Saraybosna’nın nostaljik tramvayları ve elektrikli otobüsleri
Bayılıyorum bu eski arabalara. Sanırım retro genlerim var benim. 🙂
SARAYBOSNA’DA GEZİLECEK, GÖRÜLECEK YERLER
Saraybosna her ne küçük bir şehir olsa da gezilecek görülecek oldukça fazla yeri var. Ama en ünlüsü tabii ki BAŞÇARŞI. Saraybosna’nın çok iyi korunmuş Osmanlı mahallesi Başçarşı’da gezinirken, kendinizi birkaç yüzyıl öncesinde hayal etmeniz hiç zor değil. Osmanlı’dan kalma bir çok cami ve birbirinden güzel eserler var. Yerel lezzetlerin tadına bakabileceğiniz küçük, salaş restoranlar da var Başçarşı’da. Hediyelik eşyalar almak için de birebir. Bu açıdan, Kapalıçarşı’nın bir nevi açık versiyonu diyebiliriz. Başçarşı çok güzel ama benim için fazla turistik. Özellikle de her yerde, sağınızda solunuzda Türk turistler var. O yüzden çok takılmadım.
Fotoğrafın sağında görebileceğiniz, 1753 yapımı ahşap sebil, sadece Baščaršija’nın değil, aynı zamanda Saraybosna’nın da sembollerinden birisi
Başçarşı’nın bitiminde Ferhadija ya da Türkçe’siyle FERHADİYE CADDESİ başlıyor ki burada aynı zamanda Avusturma-Macaristan İmparatorluğu mimarisi de başlıyor. Ferhadiye için Saraybosna’nın İstiklal Caddesi diyebiliriz. Tıpkı İstiklal gibi sadece yayaların kullanımına açık ve sağlı sollu dükkanlar ve kafelerle dolu. Alışveriş yapmak isteyenlerin ilk duraklarından biri olduğu için, özellikle haftasonları çok hareketli. Alışveriş demişken, eğer vaktiniz çoksa ve alışveriş de yapmak isterseniz, Saraybosna’da AVM’ler de var. En popüleri BBI CENTAR. Neden bilmem, Saraybosnalılar da çok gurur duyuyor bu AVM ile. Gidilecek nereler var diye sorduğum kişiler, mutlaka burayı da saydılar. Alışveriş severlere için bir diğer seçenek ise şehrin biraz dışındaki otogar ve tren garına yakın mesafede bulunan ALTA SHOPPING CENTER.
Bosna Hersek’teki en büyük katedral olan SARAYBOSNA KATEDRALİ de Ferdadiye Caddesi üzerinde bulunuyor. Ben Saraybosna Katedrali’nde şansıma , Bosna Hersek’in dört bir yanından gelen Katolik çocukların ayinine denk geldim. Ne işime yarar bilmem ama başpiskoposlarını bile gördüm.
Saraybosna Katedrali
Ferhadiye Caddesi’nin sonuna doğru, Trg Oslobođenja, yani Türkçe’siyle KURTULUŞ MEYDANI’na denk geleceksiniz. Bu meydandaki en önemli yapı, yapımı 1874’te tamamlanan ORTODOKS KATEDRALİ. Ama bu meydanın daha da dikkat çeken özelliği, yere çizilmiş dev satranç tahtası. Malum bizde amcalar kahvede okey oynar, Saraybosna’da sokaklarda satranç oynuyorlar. İmrenmemek elde değil. Bu meydanda bir de “Çokkültürlü adam dünyayı inşa edecek” heykeli var ki savaşlar geçirmiş, etnik çeşitliliğe sahip bir şehir için oldukça anlamlı.
Oslobođenja Meydanı’nda “traveller” temalı tişörtümle ben 🙂
Meydanda satranç oynayanlar da, izleyicileri de işi bayağı ciddiye alıyorlar.
“Çokkültürlü adam” heykeli İtalyan sanatçı Francesco Perilli tarafından yapılmış.
Evet, Saraybosna huzurlu ve mutlu bir şehir şu anda. Ama maalesef bu şehrin geçmişinde acı dolu savaşlar var. Ferhadiye’nin devamındaki Mareşal Tito Caddesi üzerindeki SAVAŞTA ÖLDÜRÜLEN ÇOCUKLAR ANITI, 1992-1995 arasındaki Saraybosna Kuşatması sırasında öldürülen çocukların anısına dikilmiş. Bu anıtı görünce bir durup düşünüyorsunuz ve içiniz acıyor. Savaşı bir kez daha lanetliyorsunuz.
Savaşta Öldürülen Çocuklar Anıtı üzerinde, savaş sırasında öldürülen 1600’e yakın çocuktan 521’inin ismi yazılı… 🙁
Avusturya Macaristan İmparatorluğu mimarisinin hakim olduğu Mareşal Tito Caddesi üzerinde, bir de Osmanlı döneminde, 1561 yılında inşa edilen ALİ PAŞA CAMİİ var. Küçük ama çok güzel bir cami. İçine girip dua ettim, bana çok huzur verdi. Hatta herhalde bir 15-20 dakika da öylece oturdum caminin içinde.
Ali Paşa Camii’nde dua eden bu kadının hüzünlü yüz ifadesi beni çok etkiledi. Muhtemelen savaşta kaybettiği yakınları için dua ediyordu…
Tarih derslerinde, I. Dünya Savaşı’nın başlamasına sebep olarak 1914 yılında Avusturya Arşidükü Ferdinand’ın bir Sırp tarafından öldürülmesini hepimiz okuduk, öğrendik. Bu acı olay işte Saraybosna’da, LATİN KÖPRÜSÜ üzerinde gerçekleşmiş. Saraybosna’ya gelen Türk turistler öncelikle Başçarşı’yı görmeyi tercih etse de, Avrupalı turistler ilk olarak Latin Köprüsü’nü görmeye gidiyor.
Osmanlı döneminden kalma Latin Köprüsü, şehrin güneyindeki, Hıristiyanların yoğun olarak yaşadığı Latinluk mahallesini, Başçarşı ile birleştirdiği için bu ismi almış.
Saraybosna’da mutlaka görülmesi gereken yerlerden birisi, 1457 yılında Fatih Sultan Mehmet’e hediye olarak yapılan, Saraybosna’nın en eski camisi olan, Başçarşı’nın karşı tarafında, Miljacka Nehri’nin hemen kıyısında bulunan, HÜNKAR CAMİİ, ya da bir diğer adıyla, İmparator Camii.
Eğer Hünkar Camii’nin minaresine çıkıp şehri izlemek ya da fotoğraf çekmek isterseniz, ezan vaktinden hemen önce gidip imamdan izin alabilirsiniz. Bana ezan saatini verdiler ama gidemedim o saatte maalesef.
Hünkar Camii’nin yakınlarında bulunan SV. ANTE PADOVANSKOG KATOLİK KİLİSESİ de dikkat çeken kırmızı rengi ve mimarisiyle görülebilecek yerlerden birisi. Hemen çaprazında bulunun, yine aynı şekilde kırmızı renkteki, Sarajevsko biralarını üreten SARAJEVSKA PIVARA (Saraybosna Biracılık) şirketinin fabrikası da görmeniz gereken yerlerden birsi. Sarajevsko için aslında bir nevi Osmanlı birası da diyebiliriz, çünkü 1864 yılında, Osmanlı döneminde üretilmeye başlanmış.
Sv. Ante Padovanskog Katolik Kilisesi
Bu fotoğrafı, tepelerdeki, Restoran Park Prinčeva’dan çektim. Kırmızı bina, Saraybosna Biracılık’ın fabrikası. Hemen çaprasında Katolik Kilisesi var va etrafında başta Hünkar Camii olmak üzere birçok cami. Farklılıkların bir arada olmasını seviyorum!
Saraybosna’da tarihi yapıların yanı sıra, artık görülebilecek modern binalarda var. Şehirde birçok yüksek bina inşa edilmeye başlamış. En yükseği de 35 katlı AVAZ TWIST TOWER. Tepesinde bulunan terastan, şehri 360⁰ izleyebilirsiniz. Ya da en üst, yani 35. katındaki kafede şehre nazır içkinizi yudumlayabilirsiniz.
Avaz Twist Tower’a giderken, yok üstündeki nezih görünümlü bu mahalle çok hoşuma gitti.
Sana bir gökdelenden baktım aziz Saraybosna… Saraybosna’ya gelmeden önce böyle yemyeşil bir şehir beklemiyordum hiç. Bu arada fotoğrafta sağ tarafta görünen bina, Holiday Inn Oteli. Bosna Savaşı sırasında gazeteciler burada konaklamış.
Bu arada Bosna Hersek’e gelmişken, MOSTAR’a da gitmek lazım. Ben gitmek istedim ama spontane gittiğim için tren ve otobüs saatlerini tutturamadım. Size tavsiyem, gitmeden önce, tren saatlerini öğrenmeniz . Zira mevsimden mevsime değişebiliyor ve bazen günde sadece bir tren olabiliyor.
Biz Saraybosna’ya baharda gittik ama kışın gidecek olursanız, Saraybosna’nın 1984 Kış Olimpiyatları’na ev sahipliği yaptığını hatırlatmakta fayda var. Saraybosna’nın çevresinde birkaç tane kayak merkezi var, en ünlüleri de, toplam pist uzunluğu 25 km olan, 1 saatten az mesafedeki JAHORINA. Üstelik konaklama, yeme içme de çok ucuz. Benim, önümüzdeki kış gitmek gibi bir planım var.
Bahar ayları olmasına rağmen, Saraybosna’nın yakınındaki dağlarda hala kar vardı.
SARAYBOSNA’DA YEME, İÇME, GECE HAYATI
Saraybosna beni şaşırttı demiştim. En çok da sosyal hayatı gerçekten şaşırttı. Savaşlardan ve Müslüman bir ülke olmasından olsa gerek, bizim Anadolu şehirleri gibi sokakta az sayıda insanın olduğu, gece hayatı pek olmayan, sessiz sakin, hareketsiz bir şehir bekliyordum. Ama çok yanılmışım. Aslında tahmin etmeliydim. Tıpkı Belgrad ve Beyrut gibi, savaş yaşamış şehirlerde, insanlar yarın ne olacağı belli olmadığı için, kendilerini güzel yaşamaya ve eğlenceye adıyorlar. Mümkün olduğunca güzel vakit geçirmeye çalışıyorlar.
Cumartesi sabah erken saatlerde bile kafeler doluydu.
Saraybosna’da akşama doğru yapılacak en güzel aktivitelerden biri, suları tertemiz olan Miljacka Nehri’nin kenarındaki kafelerden birine oturup, gelen geçeni izlemek.
Peki Saraybosna’da ne yenir, ne içilir, nerelere gidilir? Tıpkı Belgrad’da olduğu gibi, Saraybosna’da da her yerde PEKARA var. Bu kelimeyi aklınızda tutun. Anlamı fırın. Benim Saraybosna’da en sevdiğim yerler oldular. Herhalde denemediğim hamur işi kalmamıştır Saraybosna’da. Özellikle elmalı, tatlı hamur işlerini deneyin!
Saraybosna’da girdiğim “pekara”lardan birisi…
Malum Boşnaklar’ın börekleri çok meşhur. İstanbul’da bile birçok yerde BOŞNAK BÖREKÇİSİ bulmak mümkün. Ama tadına bakmak için en iyi yer, tabii ki Başçarşı. Fiyatlar da çok uygun. CEVAPCICI, tüm Balkanlar’da olduğu gibi, Saraybosna’da da en popüler yemeklerden birisi. Yanında da “jogurt” dedikleri katı ayran oldu mu tadına doyum olmuyor. Lezzetini geçtim, porsiyonlar da kocaman, bizim Türkiye’deki köfte porsiyonlarının 2-3 katı. En iyi cevapcici için adres yine Başçarşı. Ama Başçarşı’nın sadece buraya sinmiş genel Osmanlı atmosferinden ibaret değil. Sokak aralarında keyif yapabileceğiniz küçük, şirin, alternatif kafeler de var.
Başçarşı’da bir börekçide fotoğrafını çektiğim bu Boşnak teyzelerden bir tanesi, çok az konuşabildiği Türkçesiyle, bana dualar etti sağolsun.
Çok Gezenler Kulübü olarak, cevapcici kebabımızı, eski Galatasaraylı futbolcu Tarık Hodzic’in Başçarşı’daki GALATASARAY ismini verdiği mekanda yedik. Fenerbahçeliyim ben ama yapacak bir şey yok…
Başçarşı’daki TO BE OR NOT TO BE, sözünü ettiğim modern kafelerden birisi. Vaktiniz olursa bir şeyler içmeye, hatta yemeye gitmenizi tavsiye ederim.
Biz ilk akşam yemeğini Başçarşı’daki DVERI’de yedik. Yemekleri lezizdi. Mutfağın küçük penceresinden, yemeklerinizi hazırlanırken izlemek de mümkün. Ama biraz turistik sayılır. O yüzden Saraybosna’nın geneline göre pahalı. Yarım şişe ev şarabı, biftek ve şopska salatasına 50 MK, yani, 25 € ödedim.
Bir diğer ekşam da, Bill Clinton’un dünyanın en güzel yemeğini yediğini söylediği restoran var dediler, adı PARK PRINCEVA dediler, gitmeden olmaz dedik. Hem de benim aşağıdan manzarasına bayıldığım tepelerdeymiş. Yol boyunca, bakımsız ama birbirinden güzel evler vardı. Önce Boşnaklar’ın “begova čorba”, yani “bey çorbası”ndan içtim. Sonra Bosna’ya özgü domates, biber, kabak ve soğan dolmalarından oluşan “Sarajevski sahan”ı denedim. Tabii yanında şopska salatası ve Saraybosna’da üretilen Sarajevsko birasıyla. Toplamda sadece 27 MK ödedim. Bu arada Sarajevsko, içimi kolay, alkol orani oldukca yuksek bir bira. Bu arada biraların üretildiği Saraybosna Biracılık’ın fabrikasının da bir restoranı var. İsmi PIVNICA, anlamı meyhane, ama meyhaneden ziyade şık bir restoran. Burada Boşnak lezzetlerinin yanı sıra İtalyan yemeklerini de tadabilirsiniz.
İşte Park Princeva ve mükemmel manzarası. Havası da tertemiz.
Gelelim Saraybosna’nın gece hayatına. Saraybosna’da popüler mekanların hemen hepsi ZELENIH BERETKI CADDESİ civarında, birbirine çok yakın. Dolayısıyla en güzeli mekan mekan dolaşmak. Zaten tüm mekanlarda, içkinizi alıp sokakta da takılabiliyorsunuz.
Bizim Saraybosna’da en sevdiğimiz mekanlardan birisi CHEERS oldu. Canlı müzik var. Pop, rock, R&B, alternatif, her türden çalıyorlar. Grup ara verince, Balkanlar’ın pop şarkıları çalıyor. Özellikle gece 11’den sonra mekanın hem içi hem dışı tıklım tıklım oluyor. İçkiler de çok ucuz. CITY LOUNGE, tam Zelenih Beretki Caddesi üzerinde. Kaldırımdaki masalarda oturup piyasa yapmak için birebir. Gece gezilecek barlar için bir diğer alternatif de CITY PUB. Müzikler fena değil ama içerisi fazla aydınlık.
Burası City Lounge. Fotoğrafı akşamüstü çektim, o yüzden biraz tenha ama gece kalabalık caddeye taştı.
Geceyi tamamlamak için en iyi seçenekler ise, şehrin en iyi kulüpleri olan SLOGA ve HACIENDA. Özellikle Sloga, çok büyük olmasına rağmen özellikle Cumartesi günü adım atacak yer yoktu. Galiba tüm şehir oraya gidiyor. Çok fazla sayı da Türk var. Tanımanız da çok kolay. Masada artist artist takılıp şişe açtıran bir grup görürseniz, bilin ki onlar Türkler. 🙂
İşte Saraybosna gece hayatının özeti: Solda, Zelenih Beretki Caddesi civarındaki mekanlarda, sokakta takılan gençler ve sağda, popüler gece kulübü Sloga’nın iğne atsan yere düşmeyecek kalabalığı…
SARAYBOSNA’YA NASIL GİDİLİR, NEREDE KALINIR?
Yazının başında da bahsettiğim gibi, Pegasus Çok Gezenler Kulübü ile geldim Saraybosna’ya. Malum zaten hemen her yere, ekonomik fiyatlarından dolayı Pegasus’la uçuyorum. Kampanyaları yakaladığınız zaman, Balkanlar’a Pegasus’la gidiş-dönüş 160 TL’ye bile bilet bulunabiliyor.
İstanbul’dan küçücük, ufacık Saraybosna Havaalanı’na uçuş 1,5 saat bile sürmüyor. Vize olmadığı için pasaport kontrolü sorunsuz geçiyor ama dönüş biletinizin ve otel rezervasyonunuzun çıktısını yanında taşımanızda fayda var.
Havaalanından şehir merkezine biz taksiyle gidip geldik. Yol yarım saat bile sürmüyor. Şehir merkezine taksi 25 KM tutuyor. Pazarlık yaparsanız 20 KM’ye bile getirirler, yani sadece 10 €’ya. Taksi gerçekten çok ucuz. Şehir içinde de bir yerden bir yere en fazla 6-7 KM ödeniyor, yani 3-3,5 € civarı. O da dediğim gibi uzak yerlere.
Saraybosna’nın taksileri de tıpkı otobüs ve tramvayları gibi çok eski. Kimisinin kliması, kimisinin penceresi, kimisinin kapısı çalışmıyor.
Peki Saraybosna’da nerede kalınır? Şehrin en iyi oteli, kesinlikle Hotel Europe. Gece hayatının merkezi olan Zelenih Beretki Caddesi üzerinde. Başçarşı’ya da sadece 2-3 dakikalık yürüme mesafesinde. Çift kişilik oda fiyatları yaklaşık 200-250 TL civarı ama tabii ki mevsimine göre azalıp artabiliyor.
Geldik bir yazının sonuna daha. Seyahatin ve yazının bitmiş olmasının hüznünü, en meşhur sevdalinkalardan olan “Kad ja pođoh na Benbašu” ile yaşayalım. Buraya tıklayarak dinleyebilirsiniz. Umarım siz de en kısa zamanda Saraybosna’ya gidip şehrin o huzurlu, gerçekten etkileyici havasını soluyabilirsiniz…
INSTAGRAM: @orcundalarslan
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER YAZILAR: