25 Tem BÜKREŞ
Romanya 2007 yılından beri bir Avrupa Birliği ülkesi ama malum Schengen bölgesine dahil değil henüz. O yüzden Bükreş’e hep gitmek istesem de, sırf ayrıca o kadar para ve zaman harcayıp Romanya vizesi almak istemediğim için, gitmiyordum. Ama Şubat 2014 itibariyle, Romanya vizesi almadan, mevcut Schengen vizesiyle Romanya’ya girişler başladı. Dolayısıyla ben de Schengen vizem olduğu için hemen biletimi aldım, Nisan başında bir hafta sonu, cumadan pazara sadece iki günlüğüne Bükreş’e gittim.
Aralık ayındaki Kıbrıs ve Şubat ayındaki günübirlik Sakız Adası seyahatlerimi saymazsak, 5 ay aradan sonra ilk yurt dışına çıkışım oldu bu, bana çok iyi geldi! Zaten gitmek, keşfetmek ve özgürlük moduyla çıkmıştım yola! 🙂 Bu aynı zamanda çok uzun süredir tek başıma yaptığım ilk yolculuk oldu. Seyahatlere kalabalık gitmeyi çok seviyorum ama tek başına seyahat etmenin tadı da ayrı oluyor. Daha özgür hissediyorum kendimi. Gittiğim yerlerde, yeni insanlarla daha kolay tanışabiliyorum. Daha çok fotoğraf çekebiliyorum.
Bükreş selfiesi 🙂
Tabii ki bu yazıya da özel bir şarkım var. Romanya’nın en ünlü şarkıcılarından Delia Matache’nin birkaç aydır çok popüler olan İpotecat şarkısı… Dinlemek için burayı tıklayın.
INSTAGRAM: @orcundalarslan
BÜKREŞ’LE İLGİLİ GENEL BİLGİLER
Romanya’nın nüfusu 20 milyon. Başkent Bükreş’in ise yaklaşık 2 milyon. Yemyeşil, kocaman parklarla ve birbirinden güzel tarihi binalarla dolu bir şehir. Eski komünist ülkelere gidince hep aynı önyargıyla, komünist dönem yapısı çirkin apartman blokları bekleyerek gidiyor insan. Halbuki Bükreş hiç öyle değil. Biraz bakımsız olsa da birbirinden güzel binalarla dolu. Tarihi şehir merkezi zaten güzel.
Havanın soğuk ve biraz da yağışlı olmasından mıdır bilmem, ben oradayken sokak ve caddeler neredeyse bomboştu. Belli bölgeler hariç çok az insan vardı. Mekanlar da çok kalabalık değildi. Gece kulüpleri hariç tabii 🙂 Orada tanıştığım arkadaşların söylediğine göre, hafta sonu dünyadaki diğer şehirlerin aksine Bükreş boşalıyormuş. Yazın sahillere, kışın dağlara ve Braşov civarındaki kırsal alanlara gidiyorlarmış.
Bükreş’te caddeler geniş olduğu için trafik de pek yok. Zaten trafik konusunda tam anlamıyla Avrupalılar. Yaya geçitlerinde mutlaka durup yol veriyor arabalar. Yayalar da ışıklarda bekliyor. Zengin bir ülke olmamasına rağmen lüksü seviyorlar. Sokaklarda pahalı arabalar, şık insanlar var. Rumen kadınları oldukça güzel ve havalılar. Ama Romanya’ya giden, parasıyla her şeyi yapabileceğini sanan Türk işadamı profili yüzünden, Türk erkeklerine karşı çok önyargılılar. Kendinizi biraz anlatmanız gerekiyor güvenlerini kazanabilmek için.
Bükreşli, sade ama tarz bir kadın…
Regina Elisabeta Bulvarı’nda otobüs bekleyen Bükreşliler…
Romanya zengin bir ülke değil dedim. Bu konuda başıma enteresan da bir olay geldi. Parlamento Sarayı’nın önündeki Unirii Bulvarı’nda trafikte duran arabalardan para isteyen bu kadının fotoğrafını çekiyordum. Fotoğrafını çekerken bir anda konuşmaya başladı, hem de inanılmaz akıcı bir İngilizceyle. Şaşırıp kaldım tabii ki. Sonra sohbet etmeye başladık. Emekli öğretmenmiş. Emekli maaşı sadece 200 Euro olduğu için yetmiyormuş, o da geçimini böyle sağlamaya çalışıyormuş. Çok üzüldüm. Komünist dönem hem iyi hem kötüydü diyor. Sabit işleri ve gelirleri varmış ama seyahat edemiyorlarmış, özgür değillermiş.
Rumenler oldukça eğitimliler. Mesela bindiğim bir takside, taksici hem İngilizce, hem İtalyanca konuşuyordu iyi derecede. Türkiye’nin aksine Balkanlar ve Doğu Avrupa ülkelerinde durum hep böyle. Gerçi Romanya’da insanların İtalyanca konuşmasının asıl sebebi, dillerinin İtalyanca’ya çok yakın olması ve İtalya’da 1 milyon civarı Rumen’in yaşaması. Romanya AB’ye girdikten sonra en çok göçü İtalya’ya vermiş.
Romanya’nın dil konusunda durumu bir enteresan zaten. Latin dilleri Fransızca, İtalyanca, İspanyolca ve Portekizce, güneybatı Avrupa’da konuşuluyorken, aynı dil ailesinden olan Rumence, Avrupa’nın en doğusunda konuşuluyor. Bunun sebebi ise, o dönemde Daçya olarak adlandırılan Romanya topraklarının İ.S. 101 yılında Roma İmparatoru Trajan tarafından işgal edilmesi ve Daçya’nın bu tarihten itibaren Latin etkisi altına girmesi. Bu tarihten sonra, Daçya, ya da Romanya, Osmanlı İmparatorluğu da dahil olmak üzere çeşitli işgallere uğramış olsa da dil konusunda kendisini korumayı başarabilmiş. Hatta Rumence, Latince’ye günümüzdeki en yakın dil olarak kabul ediliyor. Rumence yazılı haliyle Latin dillerine çok benziyor ama konuştuklarında daha çok Rusça gibi geliyor kulağa. Çorba, bahşiş gibi Türkçe kelimelere de rastlanabiliyor.
Bükreş sokakları
Türkçe demişken, Bükreş’te çok sayıda Türk markasına denk geliyorsunuz. İnsanın hoşuna gidiyor. Marketlerde Eti ve Ülker’in ürünlerini, büfelerde Uludağ gazozun buzdolaplarını, caddelerde de Garanti Bankası şubelerini görmeniz olası. Tabii bir de Romanya’nın en çok izlenen kanallarından birinin, Doğan Yayın Holding’in sahibi olduğu Kanal D Romanya olduğunu hatırlatmakta fayda var. Tabii ki bunu yayınladığı Türk dizilerine borçlu en çok! 🙂
Romanya’nın para birimi Leu ya da çoğul ve günlük hayattaki kullanımıyla Lei. 1 Euro, 4,5 Lei ediyor. 1 TL ise 1,5 Lei ediyor. Para biriminden bahsetmişken, banknotların plastik ve su geçirmez olduğundan da bahsetmem lazım.
BÜKREŞ’TE GEZİLECEK, GÖRÜLECEK YERLER
Vakti zamanında Küçük Paris diye anılan Bükreş, çok güzel binalara sahip olmasına rağmen, aslında çok da turistik bir şehir değil. Ama yine de yürümesi, gözlemlemesi oldukça keyifli bir şehir. Ben biraz karman çorman gezdim ama sizler için güzel rotalar çizdim.
Bükreş turuna, şehirdeki en ünlü bina, Parlamento Sarayı ile başlamak lazım. Parlamento Sarayı, Pentagon’dan sonra dünyanın en büyük ikinci binası. Romanya’yı 1965-1989 yılları arasında yönetmiş olan Komünist dönem diktatörü Nikolay Çavuşesku (Nicolae Ceauşescu) tarafından yaptırılmış. Gerçekten devasa bir yapı. Sarayın yapımı nedeniyle, Bükreş’in tarihi alanı içindeki 19 Ortodoks kilisesi, 6 sinagog, 3 Protestan kilise ve 30,000 tarihi konut yıkılmış. 1984 yılında yapımına başlanan Parlamento Sarayı’nın, İç kısmı halen tam olarak bitirilememiş. Yapımında 20.000 işçi ve 700 mimar çalışmış. Romanya ekonomisine ağır faturaları olmuş.
İşte tüm heybetiyle Parlamento Sarayı… Çavuşesku’nun sırf kendi egosu uğruna, imzasını atabilmek için tarihi hiçe sayıp, şehre kocaman binalar dikmek istemesi bana birini hatırlattı, bilmem size de hatırlattı mı…
Parlamento Sarayı’nın hemen önündeki, havuzlu fiskiyeler ve ağaçlarla süslenmiş, benim de yazının başında bahsettiğim dilenci kadına rastladığım caddenin adı Unirii Bulvarı. Bu bulvar boyunca yürüyüp, yine bulvarla aynı adı taşıyan, şehrin en kalabalık meydanı Piata Unirii’ye, yani Unirii Meydanı’na ulaşabilirsiniz. Meydanın aslında Parlamento Sarayı’nın manzarasından başka bir özelliği yok. Bir de Bükreş’in en eski AVM’si Unirea Shopping Center burada. Ama şehrin diğer yerlerine göre muazzam bir insan kalabalığı var, bizim İstanbul Eminönü gibi.
Her kesimden Bükreşli’yi gözlemlemek istiyorsanız, Unirii Meydanı tam yeri! 🙂
Unirii Meydanı’nda çektiğim bu fotoğraf, Inditex markalarının reklamı gibi olmuş biraz ama benim hoşuma gitti. Yer, tahmin edebileceğiniz gibi Unirea Shopping Center.
Unirii Meydanı’nın hemen yakınında, Lipscani adıyla da anılan şehrin tarihi bölgesi yer alıyor. Çoğu 18. ve 19. yüzyıllardan kalma binalar, Avrupa Birliği’nden gelen fonlarla restore edilmiş. Buradaki Arnavut kaldırımlı, trafiğe kapalı taş sokaklar, kaybolarak yürümek ve fotoğraf çekmek için ideal. Restore edilen binaların birçoğu kafe, bar ve restorana dönüştürülmüş. Bükreşlilerin söylediğine göre, özellikle öğrenciler burada takılıyormuş ama ben öyle bir öğrenci kalabalığı göremedim.
Bükreş’in tarihi mahallesi Lipscani… Hediyelik eşya alışverişi yapmak isterseniz, burada yapabilirsiniz.
Lipscani sokakları
Gelelim Calea Victoriei’e. Anlamı Zafer Yolu. Burası şehrin en eski ve en lüks caddelerinden birisi. Cadde boyunca birbirinden güzel mimariye sahip Bükreş’in en ünlü binalarından birkaçının yanı sıra, Gucci, Burberry, Prada, Armani gibi dünyaca ünlü lüks markaların mağazalarını görebilirsiniz. Tabii caddenin en güzel sürprizi ise, 1911’de inşa edilmiş olan Odeon Tiyatrosu’nun hemen önünde bulunan Atatürk büstü. Atamızın büstünü yurtdışında görmek insana gerçekten gurur veriyor.
Bükreş’i daha çok sevmeme sebep olan Atatürk Büstü ve arkasında Odeon Tiyatrosu
Calea Victoriei’i Dambovita Nehri kıyısındaki başlangıç noktasından yürüyecek olursanız, ilk olarak Ulusal Tarih Müzesi (Muzeul Naţional de Istorie a României) dikkatinizi çekecektir. 1900’lerin başında, neoklasik tarzda yapılmış çok güzel ve etkileyici bir bina. 1970’e kadar postane olarak kullanılmış. Vaktiniz varsa, müzeye girip, Romanya tarihinde bir gezintiye çıkabilirsiniz. Ulusal Tarih Müzesi’nin çapraz karşısında ise CEC Sarayı’nı (Palatul C.E.C.) göreceksiniz. Burası Romanya’nın en eski bankası olan C.E.C.’nin merkez binası olarak 1900 yılında inşa edilmiş. Özellikle giriş kapısı oldukça görkemli. İnsanın bakmaya doyamayacağı binalardan birisi. Biraz daha yürüyünce, Calea Victoriei’in Regina Elisabeta Bulvarı’yla kesiştiği noktada, kendine has mimarisiyle Cercul Militar National’a denk geleceksiniz. Burası için bir nevi ordu evi ya da askeri kulüp diyebiliriz. 1912 yılında ordunun sosyal ihtiyaçlarını gidermesi için yapılmış. Önündeki küçük meydanda da liseli olduğunu tahmin ettiğim kızlı erkekli gençler takılıyor her daim.
Ulusal Tarih Müzesi
Bükreş’in en güzel binalarından birisi olan CEC Sarayı
Arka planda, ortada görünen bina, bir nevi askeri kulüp olan Cercul Militar National. Binanın solunda dik uzanan cadde ise Regina Elisabeta Bulvarı…
Cadde boyunca devam edince, yan yana iki kocaman meydan çıkıyor karşınıza. Birisi Piata Revulutiei, yani Devrim Meydanı, diğeri ise George Enescu Meydanı. Devrim Meydanı’nın özelliği, Çavuşesku’nun 21 Aralık 1989’da, devrilmeden önce son konuşmasını bu meydandaki devlet binasında yapmış olması. Çavuşesku, meydanda toplananların kendi yandaşları olduğunu düşünürken protestolarla karşılaşmış ve ertesi sabah erkenden bir helikoptere binip kaçmış. Ama çok geçmeden, Bükreş’in biraz dışında yakalanmış ve 25 Aralık 1989 günü, eşi Elena ile birlikte mahkemede yargılanıp kurşuna dizilerek idam edilmiş… Meydanda bir de 1989 devriminde hayatını kaybedenlerin anısına yapılan, pek bir estetiği bulunmayan Yeniden Doğuş Anıtı bulunuyor.
Burası Devrim Meydanı. Arka plandaki bina, Çavuşesku’nun son konuşmasını yaptığı bina. O dönemde Komünist Parti’nın bir nevi merkezi olarak kullanılıyormuş. Şimdi ise İçişleri Bakanlığı binası olarak hizmet veriyor. Fotoğrafın sağ tarafında da Yeniden Doğuş Anıtı’nı görebilirsiniz.
Hemen yanındaki, ismini ünlü Rumen müzisyen Goerge Enescu’dan alan George Enescu Meydanı’nda ise Bükreş Üniversitesi’ne ait, 1895 yılında inşa edilmiş olan Biblioteca Centrala Universitara Carol I, yani Üniversite Merkez Kütüphanesi, görkemli binasıyla dikkatinizi mutlaka çekecektir. Ben içine giremedim ama sonradan Türkiye’ye dönünce fotoğraflarına baktım, tarihi görüntüsünü hiç bozmamışlar. Tembel bir insana bile ders çalışma isteği verecek bir havası var. O yüzden vaktiniz olursa, mutlaka içini de gezin derim. Kütüphanenin hemen önünde bulunan atlı heykel ise, Romanya’nın Osmanlı’dan bağımsızlığını ilan etmesinden sonra, 1881-1914 yılları arasında hüküm süren, Romanya’nın ilk kralı I. Carol’a ait.
Bükreş’te en beğendiğim binalardan biri olan, Bükreş Üniversitesi Merkez Kütüphanesi ve hemen önünde I. Carol heykeli…
George Enescu Meydanı, aynı zamanda büyük konserler, festivaller ve çeşitli etkinlikler için de kullanılıyor. Misal ben oradayken ev yapımı yemeklerin, meyve sebzelerin satıldığı bir pazar alanı kurulmuştu.
Böyle bir pazar görünce, fırsatı kaçırmayıp kendime ev yapımı bir kek aldım. Satıcının işaret ettiği, sağda en üstte duran, lezzetli, vişneli keki ben yedim 🙂
George Enescu Meydanı’nda bulunan bir diğer görülmesi gereken yapı ise, şehrin de simgelerinden biri olan Ateneul Roman. Burası, 1888 yılında inşa edilmiş bir konser salonu. George Enescu Filarmoni Orkestrası’na ev sahipliği yapıyor. Zira ben de konserlerine gittim. Bilete sadece 35 Lei ödedim. Ateneul Roman’ın dış mimarisi oldukça güzel ama içi ve tavandaki işlemeleri çok daha güzel ve göz alıcı. Benim konseri izlediğim salon çok büyük değildi ama ambiyansı oldukça iyiydi. Çok fazla genç de vardı konsere gelen. Eskiden, yani çocukken ve öğrenciyken, opera olsun, senfoni olsun pek sevmezdim, ama sonradan sevmeye başladım. Artık bu tarz güzel tarihi binalarda konsere gitmek, konser esnasında düşüncelere dalmak, yurtdışı seyahatlerimin keyifli yanlarından birisi oldu. O yüzden, eğer çok hoşlanacağınızı düşünmeseniz de, size de tavsiye ederim mutlaka gitmenizi.
Bükreş’in simgelerinden Ateneul Roman
Ateneul Roman’ın içi dışından daha güzel
Konser salonunun tavan işlemeleri, çalan müzikle birleşince çok etkileyici oluyor.
Calea Victoriei’e paralel olan, onun daha mütevazi versiyonu diyebileceğimiz Magheru Bulvarı için şehrin en işlek caddesi diyebiliriz. Komünist dönemden ve 1930’lardan kalma, birçoğu çirkin yüksek binalardan oluşan bir cadde. Kalabalığı dışında çok bir özelliği yok. Buradan Piata Romana’ya, yani Romana Meydanı’na yürüyebilirsiniz. Kimisi tarihi, kimisi komünist dönemden kalma binalarla dolu bir meydan. Orayı da çok sevdim diyemem. Oradan da devamındaki, kocaman ağaçlarla süslenmiş Catergiu Bulvarı üzerinden Victoriei Meydanı’na yürümenizi tavsiye ederim. Zira Magheru’nun aksine, bu bulvar üzerinde, kendilerine özgü mimariye sahip birbirinden güzel, kimi çok eskimiş, kimi restore edilmiş, kimi hiç kullanılmayan bahçeli evler var.
Magheru Bulvarı’nda, tam komünist tarzda çirkin bir bina…
Yine Magheru Bulvarı’ndaki, komünist dönem öncesi yapılmış başka bir çirkin bina. Sol taraftaki binanın altındaki Garanti Bankası Şubesi’ne dikkat!
Catergiu Bulvarı
Catergiu Bulvarı’ndaki güzel binalardan birisi
Bükreş’in beni en çok şaşırtan yönü, her yerde kocaman parkların bulunduğu yemyeşil bir şehir olması oldu. Parklar bisiklete binen, paten kayan, koşan mutlu insanlarla dolu. İnsan özeniyor. Bir de tabii aileler var. Ailecek bisiklete biniyorlar, yürüyüş yapıyorlar, frizbi oynuyorlar. Çok hoşuma gitti. Malum bizde aileler toplu aktivite için maalesef AVM’yi tercih ediyorlar. Gerçi kızmak da anlamsız AVM’ye gidiyorlar diye, zira şehirlerimizde park yok. Olması için çaba harcanmadığı gibi, malum mevcut, küçücük parkları da yıkıp AVM yapmaya çalışıyorlar rant için. Bakınız Gezi Parkı….
Bükreş’te çok park var dedim ama mutlaka görmeniz gereken üç tanesi var. İlki Regina Elisabeta Bulvarı üzerindeki Parcul Cişmigiu, yani Çeşmeci Parkı. Burası şehrin en eski parlarından birisi. 1847 yılında kurulmuş. İsmi Türkçe “çeşme”den geliyor. Sebebi ise, o dönemde Bükreş’in çeşmelerini yöneten, “Büyük Çeşmeci” olarak anılan Siulgi Dumitru-Basa’nın konutunun burada bulunmasıymış. Çeşmeci Parkı’na gitmişken Regina Elisabeta Bulvarı’nda yürüyüş yapmayı da ihmal etmeyin. Zira güzel mimariye sahip, tarihi binaların bulunduğu, kocaman ağaçları olan güzel bir cadde.
Bir ara, Çişmigiu Parkı’ndaki banklardan birinde otururken düşündüm, adamlar fakir ama daraldıkları zaman şehrin ortasında gelip kafa dinleyip huzur dolabilecekleri parkları var. Çok önemli bir şey aslında bu. Bizde böyle parklar olmaması ne kadar acı bir durum…
Çeşmeci Parkı’nda yürüyüş yapan tatlı bir yaşlı çift
Bu da yine Çeşmeci Parkı’nda çocuklarının düğün fotoğrafı çekilmesini bekleyen bir baba. Ben onun fotoğrafını çektim diye, o da benimkini çekti sonradan 🙂
Regina Elisabeta Bulvarı
Görmeniz gereken diğer park, şehrin en büyük parkı olan Harestrau Parkı. New York’taki Central Park misali devasa bir park. İçinde kocaman bir göleti de var. Diğer ikisi kadar büyük olmasa da, Parlamento Sarayı’nın yanındaki Izvor Parkı da, kısa bir yürüyüş yapıp ailecek gezinen Rumenleri fotoğraflamak için ideal bir park. Zaman zaman etkinlik alanı olarak da kullanılıyormuş. Misal 2009 yılında Madonna’nın Sticky & Sweet Dünya Turnesi kapsamındaki Bükreş konserinde, 70.000 hayranına ev sahipliği yapmış.
Harestrau Parkı’nda keyif yapan gençler
Bükreşliler sporu da oldukça seviyorlar. Harestrau Parkı, böyle koşanlar, bisiklete binenlerle doluydu.
Izvor Parkı da, Bükreş’teki diğer parklar gibi ailelerin tercihi. Umarım bir gün Türkiye’de de böyle bir park kültürü gelişir, halkımız yeşile ve doğaya karşı duyarlı hale gelir…
Parlamento Sarayı’nın arkasında bulunan, turistler tarafından çok da bilinmeyen bir mahalle var bir de Bükreş’te. Doktorlar mahallesi olarak biliniyor. Çünkü bu bölgedeki sokakların hemen hepsinin ismi doktorlu, misal Strada Doctor Joseph Lister ya da Strada Doctor Carol Davida. Catergiu Bulvarı’ndaki gibi çok güzel bahçeli evler var. Bu bölgedeki binalar Rumen mimarisinden kalan nadir örneklermiş. Malum Çavuşesku, bu tarz binaları yıkıp yerine komünist tarzda bloklar yapmış. Burası eskiden şehrin elitlerinin yaşadığı bölgeymiş. Şimdi tabii yaşlanmışlar. Çok şık ve asil görünümlü yaşlılara denk gelirsin demişlerdi ama sabahın erken saatleri olduğundan olsa gerek, pek kimse yoktu sokaklarda. 1-2 tanesine denk geldim sadece.
Doktorlar mahallesindeki Rumen mimarisinin son örneği olan güzel evlerden bazıları
Bu mahallede sokaklar da sessiz ve huzurlu
BÜKREŞ’TE YEME, İÇME, GECE HAYATI
Bükreş gündüzleri biraz boştu ama gece hayatı için aynı şeyi söyleyemeyeceğim zira mekanlar tıklım tıklım. Rumenler eğlenceyi seviyor. Bükreş, gece hayatı ve kızlarının güzelliği konusunda, Belgrad ile yarışabilir sanırım. Eğlence tarzı da Türkiye’dekine benziyor diyebiliriz. Localarda şişe açtırmış, dans etmeyen, yanlarında güzel kızlar bulunan ağır abilerden bolca var. Ama tabii Türkiye’dekinin aksine, gerçekten eğlenmek için gelenler de yok değil. Bükreş gece hayatının tek dezavantajı, mekanlarda sigara içiliyor olması. İnsan duman altı oluyor. Bizde yarım yamalak işlese de, sigara yasağı olması güzel bir şey.
Cuma gecesi için en iyi seçenek Loft. Akşamları şık bir restoran olarak hizmet veriyorken, geceleri kulübe dönüşüyor ama Cuma geceleri çok kalabalık olduğu için, önceden rezervasyon yaptırmanız gerekiyor, aklınızda bulunsun. Eğer yer olmadığı için giremezseniz, diğer bir seçenek de yakınlarındaki Madam Pogany ama ben gitmedim oraya, o yüzden bilmiyorum tam olarak nasıl bir mekan. Bir de yine benim gitmediğim Boa var, çok tavsiye edilen.
Cumartesi gecesi için en iyi seçenek ise namı tüm Avrupa’ya yayılmış olan Harestrau’daki Fratelli. Şehrin en iyi ve en popüler gece kulüplerinden birisi. Anjelique tarzı, şık ve kaliteli bir mekan. Müzikler çok iyi. Bir de arada farklı şovların yapıldığı bir sahnesi var. Bükreş’e gidip de Fratelli’ye gitmeden dönerseniz, Bükreş’e gitmiş sayılmazsınız kanımca. Kokteyller 35 Lei civarı tutuyor, yani 22 TL yaklaşık. Bizde aynı kalitedeki mekanlarda kokteyl fiyatlarının en az 35 TL’den başladığını düşünürsek, oldukça makul bir fiyat. Cumartesi gecesi için diğer alternatif ise Bamboo. Yine çok iyi olduğunu söylüyorlar ama Fratelli’ye gittiğim için oraya gitme fırsatım olmadı.
Bükreş’in kanımca en iyi gece kulübü olan Fratelli
Eğer casino seviyorsanız, Bükreş’te J.W. Marriott, Radisson Blu ve Intercontinental otellerin casinoları, şehrin en iyileri. Ama kumar iyi bir şey değil, o yüzden eğer sağlam bir iradeniz yoksa gitmenizi kesinlikle tavsiye etmem…
Gelelim yeme içmeye… Romanya yemekleriyle meşhur bir ülke değil. Ama yine de Rumen yemeklerinin tadına bakmak isterseniz, doğru adres şehrin en popüler restoranlarından biri olan Caru’ Cu Bere. Çok güzel tarihi bir binada, 1879’dan beri hizmet veren bir restoran. Ama biraz fazla turistik. Gerçi müşterilerin yarısı Rumen’di ama yine de sevmiyorum turisti bol mekanları. Ben gittiğimde çok kalabalıktı. Rezervasyonum olmadığı için sıra beklemem gerekti. Biralarıyla ünlüymüş. Zaten anlamı da “bira vagonu”. O yüzden barında sıra beklerken bira içtim, gayet iyiydi.
Biralarıyla ünlü, tarihi lokanta Caru’ Cu Bere… Yemek yemek için olmasa bile, mutlaka bir şeyler içmek için gitmelisiniz diye düşünüyorum.
Bükreş’te asıl İtalyan restoranları çok popüler. En ünlülerinden birisi de Calcio. Futbol temalı bir dekoru var. Zaten İtalyanca futbol demek “calcio”. Bükreş’te birkaç tane şubesi var. Ben Ateneul Roman’ın yanındakine gittim. Bahçeli, çok güzel bir binada. Ama tabii hava soğuk olduğu için bahçe kapalıydı. İçeride de benim oturduğum bölüm değil de, sigara içilen bölüm doluydu. Yemekler gerçekten iyiydi Calcio’da. Domates ve zeytinyağlı bruschetta’ya 12 Lei, deniz mahsüllü makarnaya 30 Lei, biraya 9 Lei ödedim. Toplamda 51 Lei, yani 12 Euro civarı. Şehrin en iyi restoranlarından biri olduğunu ve servis kalitesini düşünürsek, çok çok uygun bir fiyat.
Popüler İtalyan restoranı Calcio
BÜKREŞ’E NASIL GİDİLİR, NEREDE KALINIR?
Bükreş İstanbul’a çok yakın. İstanbul-Bükreş uçuşu, İstanbul-İzmir uçuşu kadar. 1 saat bile sürmüyor. Bilet fiyatları da oldukça uygun. Ben Pegasus ile gidiş-dönüş sadece 174 TL’ye aldım biletimi. Bükreş’in havaalanının ismi Otopeni olarak biliniyor ama aslında Henri Coanda Uluslararası Havalimanı. Henri Coanda, 1910 yılında ilk jet motorlu uçağı üreten ünlü Rumen mucit ve bilim adamının ismi. Havaalanı çok kalabalık değil. Hiç sıra beklemeden gümrükten geçiliyor. Pasaport görevlileri çok soru da sormuyor.
Bükreş semaları… 🙂
Bükreş’te havaalanından, şehrin en merkezi noktası olan Unirii Meydanı’na 783 numaralı otobüs ile gidiliyor. Yol yaklaşık 45 dakika sürüyor. Havaalanında valizinizi aldıktan sonra alt kata inerseniz, otobüs duraklarını görebilirsiniz. 8,60 Lei ücreti, yani sadece 2 Euro. 6 TL bile değil. Otobüsle şehir merkezine gitmek, Rumenlerle ilgili ilk gözlemlerinizi yapmak için de ideal. Beni dönüşte de, Bükreş’te tanıştığım hem kalbi hem kendi güzel Rumen bir arkadaş havaalanına bıraktı, o yüzden taksiyle havaalanına gitme fırsatım olmadı. Ama sizler için sordum, ücreti 40 Lei’miş, yani sadece 25 TL civarı.
Taksi zaten, tüm Balkanlar’da olduğu gibi, Romanya’da da çok ucuz. 1,39 Lei ile açılıyor, ama 3,50 Lei’den açılanlar da var. Bir de taksimetreyi hiç açmayıp kazıklamaya çalışan taksiciler de çok. Dikkatli olmak lazım. Bükreşli taksi şoförleri biraz çakallar desem yalan olmaz. Harestrau civarındaki gece mekanlarından merkeze dönüş de 15 Lei civarı tutuyor. Kısa seyahatlerde, özellikle de böyle de ucuzsa taksi kullanmak en mantıklısı zamandan kazanmak için. Bükreş’te metro ağı oldukça gelişmiş ve çok ucuz. Metro bileti, 2 biniş için sadece 4 Lei. Metro biraz eski ama trenler yeni. Ama nedense vagonlarda güvenlik görevlileri var. Hırsızlığı engellemek için sanırım…
Romana Meydanı’nda bir taksi
Bükreş metrosunda fotoğraf çekerken dikkatli olun, zira neden bilmem, güvenlik görevlileri gelip beni uyardılar fotoğraf çekmemem için…
Bükreş’te kaldığım Hotel Ibis’te, Parlamento Sarayı manzaralı odam 🙂 Şehrin simgesini gördükçe, odada olsanız da kendinizi fazlasıyla Bükreş’te hissedebiliyorsunuz.
Gelelim Bükreş’te otel tavsiyesine. Ben Parlamento Sarayı’nın hemen yanında, Hotel Ibis Alatul Parlamentului’de kaldım. Parlamento Sarayı manzaralı odamın fiyatı gecelik sadece 33 Euro idi. İki kişi kalınca da 40 Euro filan. Yani kişi başı sadece 20 Euro. Güzel, temiz, konforlu bir otel, kesinlikle tavsiye ederim. Ama eğer daha lüks bir otel isterim derseniz, J.W. Marriott ya da Madonna’nın Bükreş konseri sırasında kaldığı Radisson Blu’yu tercih edebilirsiniz.
INSTAGRAM: @orcundalarslan
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER YAZILAR: