24 Eyl KARABURUN, İZMİR
Karaburun’a ilk ve son kez, neredeyse 20 sene önce, küçücük bir çocukken, bir aile dostumuzun yazlığına ailecek günübirlik ziyaretimizde gitmiştim. Aklımda da o günden beri Karaburun’a dair hiçbir şey kalmamıştı. Bunca yıl boyunca, yanı başımızda olmasına rağmen, aklımdan da geçmemişti gitmek.
Bu yaz Çeşme’ye çok sık gidince ve Çeşme’nin hem kalabalığından hem de fahiş fiyatlarından bunalınca, değişiklik olsun diye Karaburun’a mı gitsem diye düşünmeye başlamıştım. Tam ben bu düşüncelere dalmışken, bir nereyekacsak.com okuyucusu mesaj atıp Karaburun’un köylerinden bahsedince, annemi de yanıma alıp, iki günde Karaburun Yarımadası’nı keşfetmeye karar verdim.
Karaburun dağlarında ben 🙂
Çok doğru bir karar olmuş. Karaburun sessiz, sakin ama çok keyifli bir yer. Sadece 1 gece 2 gün kaldık ama huzur dolup döndük. Tam bir Ege gezisi oldu. Dolayısıyla bu yazıyı okurken, Sezen Aksu’nun en sevdiğim şarkılarından birisi olan “Kalbim Ege’de Kaldı”yı dinlemenizi öneririm. Dinlemek için buraya tıklayabilirsiniz. Kendisinin de zaten Karaburun’a bağlı Mordoğan beldesinde, denize nazır bir yazlığı olduğunu belirtmekte fayda var.
INSTAGRAM: @orcundalarslan
KARABURUN’LA İLGİLİ GENEL BİLGİLER
Homerus’un meşhur İlyada destanında Midas ismiyle bahsettiği Karaburun, İzmir’in en batısında, aynı ismi taşıyan Karaburun Yarımadası’ında yer alıyor. İzmir’in en küçük ilçesi. İlçenin toplam nüfusu 9.000 civarı, ilçe merkezinin ise 3.000 bile değil. Karaburun’a bağlı Mordoğan’ın nüfusu ise 5.000’in üzerinde. Bunda tabii ilçe merkezinin, yarımadanın en kuzeyinde yer alıyor olması da etkili. Zira Karaburun’a ulaşmak için 303 tane virajdan geçiliyor.
Yollar virajlı ama her virajda ayrı bir manzara var. Virajlı yollar demek, irili ufaklı koylar demek. Yolun bir tarafı mavinin her tonunu barındıran deniz, diğer tarafı dağ ve dünyada en sevdiğim ağaç olan zeytin ağaçları… Arabada da yol boyunca Yunanca şarkılar çalınca, keyif on numara.
Karaburun yolları
Kimi yollarda da yolun her iki yanı zeytin ağaçlarıyla dolu
İnsanlar Karaburun’a yollar virajlı diye gelmiyor ama ben sırf o yollardan tekrar geçmek için yine giderim. Tek eksiği, yol kenarlarına seyir teraslarının yapılmamış olması. Yollar biri gidiş biri geliş iki şeritli olduğu için arabayı durdurmak zor oluyor. Ben tabii buna rağmen durdum yine de sık sık.
KARABURUN’UN KÖYLERİ
Karaburun’un merkezi, nüfusundan da anlaşılabileceği gibi oldukça küçük. Öyle tarihi, turistik yerleri de çok fazla değil. İlçe merkezi, Foça’nın tam karşısında bulunuyor. Karaburun doğal güzelliği olan bir yarımada. Ege ruhunu buram buram hissedebileceğiniz bir yer. O yüzden en güzeli, atlayıp arabaya virajlı yarımadayı dolaşmak, köylere, plajlara uğramak…
Karaburun’un köylerinin hemen hepsi, sahilde değil dağ yamaçlarında kurulmuş. 18. yüzyıldan önce kurulanlar, korsan saldırılarından korunmak amacıyla denizden görülemeyecek şekilde, sonrasında kurulanlar ise denize bakacak şekilde kurulmuşlar. Ama bu köylerin hemen hepsinin, deniz seviyesinde, iskelesi olan bir koyları var. Köylerin birçoğunda, mübadele öncesinde Rumlar ve Türkler birlikte yaşıyormuş.
Karaburun’da köylüler o kadar sıcakkanlı ki, sizi köy sokaklarında dolaşırken görünce, mutlaka selam veriyorlar, “köyümüze hoş geldiniz” diyorlar. Bir de dikkatimi çeken şey, hemen hemen tüm köylerde, köy meydanında Atatürk büstünün olması oldu. Çok takdir ettim.
Yarımadanın, Foça’ta bakan doğu tarafında, Saip, Amberseki, Kösedere, İnecik ve Eğlenhoca köyleri var. Karaburun merkeze en yakın iki köy, Saip ve Amberseki. İkisi de, Karaburun’daki birçok köy gibi, dağ yamaçlarına kurulmuş, deniz manzaralı köyler. Saip’e sadece girip çıktık, dolaşmadık ama Amberseki’nin masmavi deniz manzaralı köy meydanındaki kahvede mola verdik. Buradaki Melisa Kahvaltı Evi, adı üstünde kahvaltısıyla ünlü. Ama biz akşam saati gittiğimiz için sadece çay içme niyetiyle gittik, gittik ama sahipleri o kadar cana yakın insanlar ki, bize yeni fırından çıkardıkları börekten ikram ettiler yanında zeytin, domates ve salatalığıyla birlikte. Akşam kahvaltısı yapmış olduk biz de ama nefisti. Gitmeden önce, kahvaltı nefis ama arısı çok demişlerdi. Doğruymuş. Ama çözüm de bulmuşlar. Kahve yakıyorlar, arılar yanınıza uğramıyor! 🙂
Amberseki’de köy meydanındaki Melisa Kahvaltı Evi’nden manzara
Saip ve Amberseki’den Mordağan yönüne doğru gidince, Karaburun’a 15 km, anayola da 4 km mesafedeki Kösedere köyüne geliyorsunuz. Burası benim Karaburun’da en sevdiğim köy oldu. Aralarında selvi ağaçları bulunan, zeytin ağaçlarıyla dolu bir yoldan geçilerek gidiliyor. Köyün nüfusu 356’ymış. Karaburun’un en büyük köylerinden birisi. Köy kahvesinde, muhtar azası Mustafa Bey ile tanıştık. Bize de köyü o gezdirdi sağolsun. Kösedere tam bir Ege köyü. İnsanlar çok sıcakkanlı, konuşkan. Mahalle kültürü devam ediyor.
Tarihi Kösedere Köyü Camisi’nin taş minaresinden köy manzarası
Bu da yine minareden Ege Denizi’ne doğru manzara
Mutlaka gidilmesi gereken bir köy. Meydanda, tam yapım tarihinden emin olamadıkları bir de tarihi camisi var. Nedense diğer köylerdeki tarihi camilerle ilgili de durum aynı. Tam yapılış tarihlerinden kimse emin değil. Kösedere Köyü Camisi, taştan yapılmış ama üstüne kat kat sıva yapılmış. Mutlaka restore edilmesi lazım. Etrafında, çevreden buldukları antik sütün parçaları da var. Caminin İçi de çok güzel. Kültür ve Turizm Bakanlığı umarım Kösedere ve diğer köylerdeki tarihi camilere sahip çıkar, gerekli araştırmaları ve akabinde restorasyonları yapar aslına uygun olarak… Ben caminin
Caminin tarihi taş minaresine çıktım fotoğraf çekmek için ama rüzgarda sallanmaya başlayınca korkmadım da değil! 🙂
Kösedere Köyü Camisi’nin tavan süslemelerinde, dört mevsimi anlatan resimler var.
Burası, caminin karşısında, kahvenin de bulunduğu köy meydanı. Kösedere’de, diğer köylerde olduğu gibi zeytinyağı da üretiliyormuş. Üstelik litresini sadece 7 TL’ye satıyorlar. Kavun da var, kilosu 2 TL’ye. Meydan etrafındaki esnaftan satın alabilirsiniz.
Köy meydanının yanındaki bakkalın hemen solunda, üzerinde tabelası bile bulunmayan bir berber var. Kadri Amca’nın berberi. 1934 doğumluymuş, yani tam 80 yaşında. Bu yaşında berberliğe hala devam ediyor. Dükkanı da oldukça nostaljik. Bu yaşta, böylesine dikkat gerektiren bir işi hala yapıyor ya, helal olsun. Sohbet ettik uzunca. “Bizim köyümüz çok medenidir, kadınlar erkekler düğünlerde birlikte dans ederler.” dedi. Diğer birçok Karaburunlu gibi, Karaburun’a yapılmakta olan duble yoldan şikayetçi. Yolun, buraların bozulmasına, zeytinliklerin de betonlaşmasına sebep olacağını düşünüyor. Ben de kendisiyle aynı fikirdeyim.
80 yaşındaki berber Kadri amca
Köyde gezinirken, tam buğdaylı peksimet pişiren 84 yaşındaki Şerife teyzeye de denk geldik. Çok tatlıydı. Bize peksimetin henüz yumuşak halini ikram etti. İnanılmaz lezzetliydi. Birkaç dilim yedim sanırım 🙂 Yaptıkları ekmekleri Karaburun’da pazarda satıyorlarmış.
Kösedere’de çok güzel tarihi taş binalar da var ama yıkılmak üzere hemen hepsi. Köylülerin, devletten biraz maddi desteğe ihtiyaçları var restore edilmesi için. Köyde, Cumhuriyet öncesi dönemden kalma tarihi bir okul varmış daha önce ama artık yıkılmak üzere olunca, kimseye zarar vermemesi için birkaç sene önce yıkmak zorunda kalmışlar. Çok üzücü…
Kösedere köyü muhtar azası Mustafa Bey bana köydeki binalarla ilgili bilgi verirken
Köydeki taş evlerden birisi
Kösedere’deki bir başka taş ev
Fotoğrafta gördüğünüz bu sopanın bir anlamı var. Eğer birinin evine gittiyseniz ve bulamadıysanız, bu sopayı bırakıyormuşsunuz. Sonra ev sahibi gelince komşulara soruyormuş, komşular kimin geldiğini, ne için geldiğini söylüyorlarmış. Eğer düğün, dernek, doğum vs. önemli bir olay varsa, onu da haber veriyorlarmış.
Bu fotoğrafı ibret olsun diye koyuyorum. Bu, iki farklı bina gibi görünen bina, aslında tek bir ev. Tarihi taş bir ev. Ama miras sonucu kardeşler tarafından paylaşılmış. Sağ taraftaki yeşil yarısı, “Güzelim bir bina nasıl çirkinleştirilebilir?” sorusuna çok güzel bir örnek teşkil ediyor.
Kösedere’ye giden yolun devamında, İnecik ve Eğlenhoca köyleri var. Eğlenhoca’ya gidemedik ama İnecek köyüne bayıldım. Taş evleri ve dar, çiçekli sokaklarıyla İtalyan köylerine benziyor. Mimari dokusunu koruyan bir köy. Yeni yapılan evler de, taştan yapılıyor. Eskiden bölgenin en kalabalık köyü iken, ekonomik sebeplerden kaynaklanan göç sebebiyle nüfus 100 civarına düşmüş. Köye, bakkal bile olmadığı için, market ürünleri, balık, meyve sebze arabayla geliyormuş. Halbuki hani birçok kişinin hayalinde sakin, sessiz bir Ege kasabasına, köyüne yerleşmek vardır ya, tam da bunu isteyeceğiniz bir yer.
İnsan böyle ahşap panjurlu evleri, bahçeleri, taş duvarlarını, kapısını, önünde duran sandalyesini görünce kendi kendine sormadan edemiyor “benim ne işim var büyük şehirde” diye…
Köy nüfusu, gençler İzmir’e göç ettiği için biraz yaşlı. Ama oldukça hoş sohbetler. Sol taraftaki teyze, oğulları daha önce fotoğrafını gazetelerde görüp kızdığı için poz veriyormuş gibi görünmek istemedi, “yüzüm görünmeden, haberim yokmuş gibi çekin” dedi! 😀
İneceik’in Arnavut kaldırımlı taş sokakları ve yine aynı teyze… 🙂
İnecik’ten gün batımı manzarası… İnsanın ömrü uzar burada!
Karaburun tatilinizin bir gününü, yarımadayı ring yapacak şekilde gezmeye ayırlmalısınız. Zira biz öyle yaptık, doğudan batıya yarımadayı geçip, kuzeyden tekrar merkeze döndük. Bu yol üzerinde sırasıyla yarımadanın tek dağ köyü Yaylaköy, Küçükbahçe, Salman, Parlak, terkedilmiş Rum köyü Sazak, Sarpıncık, Haseki, Yeniliman, Tepeboz ve Bozköy köyleri var. Bu taraftaki köylerin hemen hepsi, vakti zamanında Türkler ve Rumların ortak yaşantısına tanıklık etmiş.
Yol inanılmaz virajlı, tek şeritli ama bir o kadar da keyifliydi. Ben sanırım bir viraj manyağıyım. Millet böyle yollarda araba sürmeye korkarken, ben mest oluyorum. Bir yandan araba kullanıp bir yandan fotoğraf bile çekiyorum. Tabii ben yapıyorum diye siz yapmayın, tehlikeli, çok tehlikeli bir şey. Bu arada hatırlatmakta da fayda var, radyo pek çekmiyor bu yollarda. O yüzden yanınızda sevdiğiniz yol müzikleri olsun mutlaka.
Yarımadayı doğudan batıya geçerken bitki örtüsü de değişiyor. Yarımadanın doğusundan, Karaburun merkezden yukarı çıkarken başta zeytin ağaçları var tek tük. Sonra makiler geliyor. Akabinde çam ormanları, sonrasında çorak araziler. Aşağı inerken de tekrar, yeni ekilmiş zeytinlikler. En aşağıda da turunçgiller.
Yarımadayı doğudan batıya dağ yollarından geçerken, iniş yolunda virajlar ve manzara böyle. Bu yıllarda istediği kadar viraj olsun, araba kullanmaktan sıkılmam. Tam karşıda görünen dağlar da çok sevdiğim Sakız Adası…
Yanından geçtiğimiz Salman köyü ve taş evleri
Köylerin hepsi çok şirin ama birçoğunda durmadık. Çok sayıda taş evin olduğu Parlak köyünde mola verdik. Köy kahvesini ararken, bir çınar ağacının altında, köy manzarasına nazır sohbet eden iki yaşlı amcaya denk geldik, biz de onlara katıldık. Selahattin amca 82, Mustafa amca 80 yaşındaymış. Selahattin amcanın annesi anlatıyormuş, eskiden köyün bir tarafı Rum’muş, diğer tarafı Türk. Rum tarafındaki taş evler, yıkık dökük halde duruyor hala. Genç nüfus İzmir’e göç etmiş hep. Şimdi 150 kişi civarıymış nüfus. Yazın da herkes sahile, Badembükü’ndeki evlerine iniyormuş. O yüzden köy kahvesi de kapanmış. Yarım saat sohbet ettik. Kışın gelin, mandalina yiyin dediler. Gümüldür mandalinasından bile güzelmiş.
Parlak köyünde, çınar altında sohbetteyiz… Sağda köyün tarihi camisinin minaresi de görünüyor.
80 yaşındaki Mustafa amca istese fotomodel olurmuş. Poz vermeyi iyi biliyor.
82 yaşındaki Selahattin amca
Parlak köyünden devam edince, Sarpıncık ve Haseki köylerinin hemen ardından, Karaburun’un deniz kenarındaki tek köyü olan Yeniliman’a varılıyor. Tam bir balıkçı köyü. Köy kahvesi bile deniz kenarında. Mübadele öncesi neredeyse nüfusunun tamamı Rum’muş. Vedat Milör’ün yemeklerini tavsiye ettiği Lipsos Ata’nın Yeri de Yeniliman’da, gittik, gördük ama oturup yemek yemeye vaktimiz olmadı maalesef. Bir de nedense ben böyle fazla tavsiye edilen yerleri sevmiyorum. Başta iyi olsalar da böyle bir anda popüler olmalarının ardından, hem servis kalitesi, hem de yemeklerin lezzetinde düşüş oluyor.
Vakti zamanında 450 Rum nüfusu barındıran Sazak, ya da Rumların verdiği isimle Sazaki, mübadele sonrası Feyhiye’deki Kayaköy’le aynı kaderi paylaşmış… Ama tabii Kayaköy kadar iyi durumda değil. Arabayla ulaşım da yok.
Sarpıncık köyü ve tam karşıda Midilli Adası… Midilli’yi anlattığım bol fotoğraflı ve videolu yazımı okumak için burayı tıklayın!
Yeniliman, tam bir balıkçı köyü.
Yeniliman’da köy kahvesinin manzarası böyle
KARABURUN’UN PLAJLARI
Karaburun doğal açıdan çok güzel, birbirinden güzel de koyları var ama maalesef turistik tesis açısınan yetersiz. Koylarda deniz muhteşem ama çoğunda plaj kısmı küçücük ve ilçe merkezi dışında organize bir plaj bulmak da çok zor. Halbuki ufak yatırımlarla, turkuaz mavi, pırıl pırıl denizi olan bu koylar, cazibe merkezleri haline getirilebilir.
İlçe merkezinde en popüler iki plaj, Mimoza ve Bodrum plajları. Mimoza’ya gidemedik ama Bodrum Plajı otelimizin hemen yanında olduğu için uğradık. Karaburun’un en organize plajı da burası zaten. Dolayısıyla en kalabalığı da burası. Denizi kalabalığa rağmen tertemiz. Şezlong, şemsiye kiralanabiliyor. Plajla arasında sadece küçük bir yol bulunan işletmeler sayesinde bira-midye keyfi yapmak için de çok müsait.
Şehir merkezindeki Bodrum plajı
Bizim kaldığımız Can Otel’den Bodrum Plajı ve Karaburun dağları…
Bodrum Plajı’nda bulunan Paşa Cafe & Bar, kanımca bölgenin en iyi mekanı. Sadece gündüz plaj keyfi yaparken değil. Zira Karaburun’un adam akıllı tek gece mekanı da burası diyebiliriz. Müzikler on numara, içkiler, kokteyller güzel, yemekler lezzetli. Dünyanın farklı yerlerinden biralar içmek mümkün. Dönem dönem ünlü şarkıcılar konsere bile geliyor buraya. Bir de işletmecisi Mehmet’ten bahsetmem lazım. Çok kafa dengi, sıcakkanlı bir adam. Sohbetine de doyum olmuyor. Giderseniz, Mehmet’le ve eşiyle de tanışmadan dönmeyin derim.
Sadece Bodrum plajının değil, Karaburun’un da en iyi mekanı olan Paşa…
Bizim gittiğimiz akşam havanın çok rüzgarlı olmasına ve geç saatlere rağmen, Karaburun gençliği Paşa’yı doldurmuştu…
Kösedere Köyü’nün sahilinde bulunan Boyabağı Koyu da turkuaz sularıyla insanı kendine çeken bir yer. İki yanı zeytin ağaçlarıyla dolu, tek arabanın sığacağı genişlikte toprak bir yoldan gidiliyor. Özellikle yukarıdan bakınca insanın bir an önce inip suya dalası geliyor. Tek dezavantajı, güneşlenmek isteyenler için plajının çok dar olması. Hatta plaj yok bile diyebiliriz. Direkt deniz başlıyor! 🙂 Denizin de ilk 2-3 metresi taş, ama sonrası kum. Çeşme’deki gibi hemen derinleşmiyor deniz.
Boyabağı Koyu’nda, Kösedere Köyü Derneği’ne ait Mavi İnci Kafe var bir de. Salaş ama çok samimi bir mekan. Masmavi deniz manzarası göz kamaştırıyor. Çok da uygun fiyatlı üstelik. Kalamar 10 TL, balık 12,5 TL, bira 5 TL sadece. Biz gittiğimizde kalmamıştı ama köftesi çok güzelmiş söylediklerine göre, aklınızda bulunsun.
Tepeden Boyabağı Koyu… İnsanın görür görmez atlayası geliyor! 🙂
Bu da kıyıdan Boyabağı Koyu… Karşıdaki dağlar Foça civarları…
Boyabağı’ndaki, Kösedere Köyü Derneği’ne ait Mavi İnci Kafe… Burada oturmak insana o kadar iyi geliyor ki anlatamam…
Sadece insanlara değil, herkese iyi geliyor… Kim siesta yapmak istemez ki bu manzaraya nazır? 🙂
Gittiğimiz bir başka koy, Karaburun’un kuzeyinde, Midilli’ye bakan, çok tevsiye edilen Dolungaz Koyu oldu. Haritalarda yeri görünmüyor. Gitmeden önce sormanız lazım yolu. Anayoldan dönüş tabelası da küçücük. Yine toprak bir yoldan gidiliyor. Turkuaz, etrafı kayalık bir koy. Deniz tertemiz, serin. İnsan çıkmak istemiyor. Ama yine plaj kısmı kötü maalesef…
İnsanda bir an önce denize girme isteği uyandıran bir başka koy Dolungaz…
Dolungaz Koyu’nun plajı çok iyi olmasa da denizi mükemmel! Tam karşısı Midilli…
Parlak köyündeki amcaların tavsiyesi üzerine, köyün sahili Badembükü’ne indik. Sakız Adası’na bakan, büyük bir koy. Ama şansımıza deniz dalgalıydı, çok az kişi vardı plajda, o yüzden biz de girmedik. Onun yerine, Parlak Köyü’nün Badembükü’ndeki yazlık kahvesi olan Çınaraltı Kahvesi’ne gidip afiyetle gözleme yedik. Sadece 3 TL. Kahvede satılan organik köy domatesi ve ev yapımı makarnadan da satın aldık. Hatta domatesi gözlemenin yanına doğrayıp, hemen yedik! 🙂 Çok lezzetliydi.
Badembükü Koyu
Çınaraltı Kahvesi’nde organik domateslerin kilosunu sadece 2 TL’ye alabilrisiniz..
KARABURUN’A NASIL GİDİLİR, NEREDE KALINIR?
Karaburun’a gitmek için en iyi yol kesinlikle araba. Peki İzmir’den Karaburun’a nasıl gidiliyor? İzmir-Çeşme otobanının 45. km’sinde Karaburun ayrımı var. Karaburun ayrımına girdikten sonra, bir 55 km daha gidilmesi gerekiyor. Mordoğan’a kadar, yeni yapılan yoldan gidebilirsiniz. Mordoğan sonrası ise, benim sevdiğim, manzaralı, bol dönemeçli yollar başlıyor. Hiç kafanıza takmayın, keyif alarak gitmenize bakın. Yanınıza müziğiniz mutlaka olsun ama.
Karaburun yollarında virajları unutun, keyfinize bakın… Fotoğrafta sol tarafta görünen dağlar, Foça civarları…
Uçakla İstanbul ve başka şehirlerden gelenler de havaalanından araba kiralayarak gelirlerse, en pratiği olur. Ama eğer araç kiralamak mümkün değilse, havaalanından kişi sayısına göre 200-300 TL’ye götürecek, transfer hizmeti veren şirketler mevcut. Bir diğer seçenek de, havaalanından Üçkuyular’a gidip, oradan kalkan Karaburun minibüslerine binmek olacaktır.
Yaz aylarında, Foça’dan da vapur servisleri oluyor Karaburun’a. Bir ara İzmir’den de vapur vardı ama sonradan talep olmayınca kaldırıldı. Umarım en kısa zamanda tekrar başlar ve tanıtımı da iyi yapılır ki yeterli talebe ulaşılır…
Bodrum Plajı’ndan Karaburun’da kaldığımız, ilçenin en eski oteli olan Can Otel… Can Otel diye sorunca bilen olmazsa, eski ismi Astoria Otel’i söyleyebilirsiniz.
Karaburun’da, turizm çok gelişmemiş olduğu için, konaklama seçenekleri de kısıtlı. O yüzden çok fazla konaklama tesisi yok. Dolayısıyla öyle lüks oteller de yok. Biz, “Karaburun’da nerede kalabiliriz?” diye sorunca, Karaburun’un merkezindeki, ilçenin en eski oteli olan Can Otel’i önerdiler. Denizin dibinde, tipik bir kasaba oteli. Denizin dibinde derken, gerçekten dibinde, Boğaz yalıları gibi. Dalga sesleri kaldığınız odanın içine geliyor. Çok dinlendirici. Dalga sesleri eşliğinde uyumak da huzur verici. Eski Türk filmlerinden fırlamış gibi geçmişin nostaljisini yaşatıyor insana. Can Otel’in internet sayfasına burayı tıklayarak ulaşabilirsiniz…
Bizim kaldığımız odadan manzara… Gördüğünüz üzere deniz kenarı değil, denizin hemen üstü… 🙂
Otelin bir de nefis deniz ürünleri servis eden bir restoranı var. Biz akşam yemeğimizi orada yedik. Balık ve mezeler çok lezzetliydi, özellikle de patlıcan salatasına bayıldım. Akşam yemekleri için tavsiye ederim…
INSTAGRAM: @orcundalarslan
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER YAZILAR:
TİPİK EGE KÖYÜ KİRAZLI’DA HUZURLU BİR TATİL İÇİN: EPHESUS LODGE