24 Şub MİLANO VE COMO GÖLÜ
Belki Twitter veya Facebook sayfamdan takip edenleriniz bilir, geçtiğimiz Aralık başında, Milano’ya gitmiştim 3 gece 4 günlüğüne. Ama henüz yazabiliyorum. Yazamadıkça da içime dert oluyor. Bundan sonra söz, iş yoğunluğu vesaire dinlemeden, daha sık yazacağım.
Peki Milano’ya neden gittim? Benim pek ilgimi çeken bir şehir değildi aslında. 2004 yılında, interrail yaparken gitmiştim ve pek de etkilenmemiştim. Gerçi Napoli-Roma tren yolculuğunu yaparken tanıştığımız Cesare ve kız kardeşi, Milano’ya gittiğimizde bize Vespa’larıyla hızlı bir şehir turu yaptırmışlardı, tam İtalyan usulü, çok da keyifliydi ama diğer İtalyan şehirlerinin estetiği, hareketi ve insanlarının sıcakkanlılığı ile karşılaştırınca, bana pek cazip gelmemişti.
Ama annem de artık bir gezgin oldu. Nedense (nedense dedim ama sebebi belli, alışveriş) İtalya’da ve hatta Avrupa’da en çok görmek istediği şehir Milano’ydu. Her ne kadar Milano’nun çirkin bir şehir olduğunu anlatsam da, öncelikle Roma’ya götürsem de, Milano aşkı bir türlü sönmedi. Dolayısıyla da çok ucuza bilet bulunca, bize de gitmek düştü. Ama enteresan, ben de çok keyif aldım bu defa Milano’dan. Şehrin genel havasından da, alışverişten de (ki seyahatlerde genelde uzak durmaya çalışırım), sosyal hayat ve gece hayatından da…
Bu yazıma eşlik edecek şarkı Jovanotti’den L’elemento Umano. Bu şarkıyı aslında geçen sene Roma’da bir mağazada duyup, görevliye adını sorup keşfetmiştim ama Milano şarkısı olsun istedim. Yazımı okurken bir yandan da dinlemek için buraya tıklayabilirsiniz.
INSTAGRAM: @orcundalarslan
MİLANO İLE İLGİLİ GENEL BİLGİLER
Milano malumunuz, futbol takımları (AC Milan ve Inter Milan) ve moda haftasıyla, dolayısıyla moda sektörüyle ünlü. Valentino, Gucci, Versace, Prada, Armani ve Dolce & Gabbana gibi lüks İtalyan markalarının hepsinin merkezi Milano’da bulunuyor.
Arka planda şehrin sembolü olan Duomo’yla tam bir “Milano’ya gittim” pozu! 😀
Aslında Türkiye’de İstanbul neyse, İtalya’da da Milano o. Başkent değil ama İtalya’nın ekonomisi ve sanayisinin kalbi Milano’da atıyor. Tıpkı İstanbul gibi birçok medya kuruluşunun ve büyük şirketin merkezleri de Milano’da bulunuyor. 7 milyon civarındaki nüfusuyla İtalya’nın en büyük şehri olan Milano, 2015 yılında dünyanın en büyük fuarı olan Expo’ya ev sahipliği yapacak.
Milano için İtalya’nın en İtalyan olmayan şehri de diyebiliriz. İtalya’da güneye indikçe İtalyan ve Akdeniz kültürünü daha fazla hissedebiliyorsunuz. Milano ülkenin en kuzeyinde olduğu için, daha Avrupalı. Ayrıca ekonominin kalbi Milano’da attığı için, İtalya’nın toplam vergi gelirlerinin önemli bir kısmı, Milano ve çevresindeki şehirlerden geliyor. Bu yüzden kendilerinin çalışıp, güneydekilerin onların vergileriyle geçindiğini düşünenlerin sayısı çok fazla. Hatta sırf bu yüzden İtalya’nın kuzeyinin güneyinden ayrılmasını isteyen siyasi partiler bile mevcut.
MİLANO’DA GEZİLECEK, GÖRÜLECEK YERLER
Ben yine işlerin güçlerin yoğunluğundan dolayı pek bir araştırma yapamadım Milano’ya gitmeden önce. Sadece son dakika, yakın zamanda gitmiş olan arkadaşlarımdan kısa tüyolar aldım ama tabii çoğu yeme içme ve alışverişle ilgiliydi.
Milano, bizim şehirlerimize göre çok daha estetik olsa da, eski binalar çok güzel korunmuş olsa da, İtalya’daki diğer şehirlerle karşılaştırdığımızda, az önce de bahsettiğim gibi, aslında çirkin bir şehir diyebiliriz. Malum güzel bir şehir olmadığı ve tarihi yerleri İtalya’nın diğer şehirlere göre az olduğu için, Milano’da tavsiyeler sosyal hayat ve alışveriş üzerine yoğunlaşıyor.
Ama tabii ki görülecek hiçbir yer yok demek de değil bu. Misal Milano artık DUOMO ile özdeşleşmiş durumda. Duomo, İtalya’nın en büyük, dünyanın da 5. en büyük katedrali. Zaten kelime anlamı da katedral. Şehrin tam merkezinde, adını verdiği Piazza del Duomo, yani Duomo Meydanı’nda bulunuyor. Yapımına 1386’da başlanmış ve son halini yaklaşık 600 yıl sonra, 1965’te almış. Tarzı gotik. Ben ilk gördüğümde çok etkilenmiştim. Dış cephesi sanki dantelle işlenmiş gibi. Vakit olursa içine de girin ama diğer kiliselerden çok bir farkı yok. Hem artık bana nedense bütün kiliselerin içi aynı geliyor. Çok ilgimi çekmiyor.
Duomo’nun gece görüntüsü. Ben bu fotoğraf işini iyi kaptım. Kendi kendimi övmüş gibi oldum ama gece olmasına rağmen sizce de güzel çekmemiş miyim? 🙂
Eski binalar çok güzel korunmuş dedim. Sizce de öyle değil mi? Üstteki, Doumo’nun içinde gördüğüm bir fotoğraf, 1900’lerin başlarında çekilmiş. Alttaki benim yeni çektiğim bir fotoğraf. İnsanlar dışında hiçbir fark yok. Avrupalılar tarihe sahip çıkarken biz tam tersine, eski binaları yıkıp, yerine rant için birbirinden çirkin apartman binaları, iş merkezleri dikiyoruz…
Duomo’nun önünde, size renkli ip bileklik satmaya çalışan bol sayıda Afrika göçmeni göreceksiniz. Önce bilekliği bedava vermeye çalışıyorlar, sonra biraz sohbet edip para istiyorlar. Ben öyle yapacağını bildiğim halde bu fotoğraftaki arkadaştan aldım. Zaten 1-2 € verseniz yetiyor. Ama siz vermek istemezseniz, uyarmış olayım… Ben bilekliği laf olsun diye almıştım ama hala da takıyorum! 🙂
Milano’da bir de SANTA MARIA DELLA GRAZIE kilisesi varmış. Ben de döndükten sonra öğrendim. Ama sıradan bir kilise değil. Leonardo da Vinci’nin 1494 ila 1498 yılları arasında yaptığı tahmin edilen, Hz. İsa’nın havarileriyle yediği son akşam yemeğini anlatan meşhur resmi L’Ultima Cena, yani “Son Akşam Yemeği”ne ev sahipliği yapıyormuş. Ben bu ünlü resmi yıllardır tablo sanıyordum ama meğer 460 cm’ye 880 cm boyunda kocaman bir duvar resmiymiş. Bunu yeni öğrendiğim için utandım kendimden! 🙂 Ben göremedim, siz görün diye de burada bahsetmek istedim.
Hatırlamayanlarınız için internetten Leonardo da Vinci’nin “Son Akşam Yemeği” isimli resmini buldum.
Bir diğer görülmesi, hatta mümkünse gidip opera izlenmesi gereken yer ise, LA SCALA. 1778 tarihinde yapımı tamamlanmış, dünyanın en büyük ve en ünlü opera binalarından birisi. Biz gidip bir şansımızı deneyelim dedik ama meğer sezon her sene 7 Aralık’ta açılıyormuş. Tabii biz 7 Aralık’tan önce gittiğimiz için kapalıydı. Sadece binanın dışını görebildik. Bence operaya çok ilginiz olmasa bile gidip bir etkinliği izlemelisiniz. Sırf binanın ihtişamını görmek için bile gidilir. Sezon programına buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Biletlerinizi de burayı tıklayarak alabilirsiniz ama biletler biraz pahalı. Benim en ucuz gördüğüm bilet 20 €’ydu.
La Scala’nın bulunduğu Piazza della Scala’da gördüm bu ufaklığı. Acayip tatlıydı. Sanki gerçek değil oyuncak gibiydi. Koymadan edemedim onun fotoğrafını da.
Ve tabii ki bir diğer görülmesi gereken yer de, 80.000’in üzerindeki kapasitesiyle İtalya’nın en büyük stadı olan SAN SIRO STADYUMU, ya da resmi adıyla Stadio Giuseppe Maezza. Hem AC Milan’a, hem de Inter’e ev sahipliği yapan San Siro’ya, İtalya’da aynı zamanda futbolun La Scala’sı da deniyormuş. Bizim gittiğimiz hafta, Pazar günü maç da vardı, ama vakit yetersizliğinden dolayı gidemedik. Çünkü tam da Como Gölü’ne gideceğimiz gündü ve maç da öğlen saatlerinde olduğu için, Como’ya gitmemizi engelleyeceğinden, gidemedik. Yani bir tane daha “Ben gidemedim, siz gidin.” durumu.
Peki San Siro’ya nasıl gidilir? Çok basit. Duomo’nun hemen karşısındaki Via Giuseppe Mazzini üzerinde bulunan “Duomo M1M3” durağından San Siro yönünde 16 numaraya binip son durakta iniyorsunuz. Hem Milan, hem de Inter’in maçları burada oynandığı için hemen her hafta maç var. Maç programını burayı tıklayıp görebilirsiniz. Ama biletleri, yalnızca maçtan hemen önceki hafta alabiliyorsunuz. Milan biletlerini alabilmek için buraya tıklayın.
San Siro’ya ben gidemedim ama San Siro’nun fotoğrafı olmadan Milano yazısı eksik kalır diye düşündüğüm için, internetten bir de San Siro fotoğrafı buldum. İnşallah bi dahaki sefere kendi çektiğim fotoğrafı paylaşacağım! 🙂
MİLANO’DA ALIŞVERİŞ
Tamam, Milano güzel bir şehir değil, görecek yer az ama alışveriş için tam bir cennet. Milano’ya gezmeye değil alışverişe gelinir. Gelinir ama nerelere gidilir? Annem tam bir alışveriş canavarı olduğu için, onu gezdireceğim diye, her yeri öğrendim. Öğrendim ama ben de alışveriş yapmaktan eksik kalmadım. Tabii gönül isterdi ki alışverişlerimi Versace’den, Dolce&Gabbana’dan, Armani’den yapayım ama sadece bakıp beğenmekle yetindim.
Ama derseniz ki “bende para çok, sen adresleri ver yeter”, ilk gideceğiniz yer Montenapoleone olmalı. Montenapoleone, hemen hemen tüm lüks markaların olduğu, güzel binalarla dolu küçük bir cadde. Milano’ya 2004’te geldiğimde, moda haftasına denk gelmiştik ve bütün Montenapoleone Caddesi, moda haftası için gelen birbirinden güzel mankenlerle doluydu. Kafamız tenis maçı izler gibi bir sağa bir sola dönüyordu. Nereye bakacağımızı şaşırmıştık. Anlatmadan edemedim.
Montenapoleone, aslında gördüğünüz gibi tek şeritli, küçücük bir cadde, hatta sokak…
Lüks sevenler için diğer bir seçenek, Duomo’nun hemen yanında bulunan La Rinascente. Burası, bizdeki Beymen’in daha lüksü olan çok katlı bir mağaza. Yine tüm lüks markaları burada bulabilirsiniz ama ben fiyatlara bakmadım bile, moralim bozulmasın diye! 🙂 Benim gibi alışveriş yapamayanlar için tepesinde, Duomo’nun çatısına bakan çok güzel manzaralı bir restoran varmış. Bir arkadaşım tavsiye etmişti ama yine vaktimiz olmadı gitmeye. En azından oraya gidip bir şeyler içebilirsiniz.
La Rinascante’nin yanında, bir ucu Duomo Meydanı’na, diğer ucu La Scala’nın bulunduğu Piazza della Scala, yani La Scala Meydanı’na bakan Galleria Vittorio Emanuele var. Yapımı 1877 yılında tamamlanmış. İtalya’nın en eski alışveriş merkezi. Ama aslında alışverişten ziyade binayı görmek için gidilmeli. Zira mimarisi çok etkileyici.
Galleria Vittorio Emanule’nin Duomo tafafından girişi. Diğer ucu Piazza della Scala. Duomo’yla birlikte Milano’nun simgelerinden birisi aslında. Mimarisinden ve devasa yapısından etkilenmemek mümkün değil.
Galleria Vittorio Emanuele’nin önünden başlayıp, La Rinascente yönüne doğru ilerleyen caddenin adı da Corso Vittorio Emanuele. Burası alışverişin kalbinin attığı yer. Birçok markayı burada bulabilirsiniz.
Corso Vittorio Emanuele
Sırtınızı Duomo’nun girişine döndüğünüzde, tam karşınıza gelen caddenin adı ise Via Torino. Dünya markaların yanı sıra OVS gibi İtalyan markalarını bulabileceğiniz, ekonomik alışveriş yapabileceğiniz bir cadde. Daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim, yurtdışına, özellikle İtalya’ya gittiğimde en keyif aldığım şeylerden biri de süpermarkete gidip şaraptır, peynirdir, makarnadır, yiyecek alışverişi yapmak. Bunun için de Via Torino’daki Billa’ya gidebilirsiniz.
Burası Via Torino’daki OVS (oviesse diye okunuyor). Kanımca mutlaka Türkiye’de de açılmalı. Zara ve Pull&Bear arası bir marka. Hem çok güzel modelleri var hem de fiyatlar çok uygun. Fotoğraflarda gördüğünüz yeşilimsi montumu da buradan sadece 50 €’ya aldım. Bir de kazak aldım ama şimdi fiyatını tam olarak hatırlamıyorum.
Yine birçok dünya markasının, diğerlerine oranla daha büyük mağazalarının bulunduğu bir diğer caddenin adı da Corso Buenos Aires. Bu caddenin büyük mağazalar dışında bir diğer avantajı da, turist sayısının az olması. Yani rahat rahat alışverişlerinizi yapabilirsiniz.
Burası da Corso Buenos Aires. Sadece mağazalar değil, caddenin kendisi de büyük.
Bu fotoğraf alışveriş konusuyla biraz alakasız oldu ama, Corso Buenos Aires’e giderken geçtiğimiz bir park burası. İsmi de Giardini Indro Montanelli. Eğer vaktiniz olursa buraya da mutlaka uğramanızı tavsiye ederim. Biz bir de tam sonbahara sonundan da olsa denk geldiğimiz için, çok daha güzeldi. Milano’da çektiğim fotoğraflar arasında, en sevdiklerimden birisi bu.
Bu arada madem konu alışveriş, hatırlatmakta fayda var. Tax free’den yararlanabilmek için aynı mağazadan aynı gün içinde toplam en az 150 €’luk alışveriş yapmak gerekiyor. Ama maalesef aynı markanın farklı mağazalarından yapılan alışveriş kabul edilmiyor. Yaptığınız harcamanın yaklaşık %15 kadarını geri alabiliyorsunuz.
MİLANO’DA YEME, İÇME, GECE HAYATI
Gelelim en sevdiğim kısımlardan birine. Milano’da nerede ne yenir, ne içilir, nerelerde eğlenilir? Milano’nun herhalde alışveriş dışında en çekici yanı sosyal hayatıdır. Paris ve Brüksel’den tanıdığım birçok İtalyan arkadaşım da şu anda Milano’da yaşadığı için, benim için daha da bir keyifli oldu tabii.
Öncelikle meşhur “aperativo”lardan bahsetmek lazım. “Aperativo Milanese”, İtalya’daki aperativo denen atıştırma kültürünün, Milano’ya uyarlanmış hali. Şehrin her yerine yayılmış bu mekanlarda, genelde saat 19:00 -21:30 arasında, sadece içkiye para verip, yanında açık büfeden, plastik tabaklarda, istediğiniz kadar yemek alabilirsiniz. Bruschetta’dan makarnaya, tatlıdan salataya her şey var, turist sayısı da çok az.
Ben İtalyan arkadaşım Valentina’yla, öğrencilerin yoğun olarak yaşadığı Navigli bölgesinde bir aperativoya gittim. Aslında öncesinde birkaç mekan denedik ama hemen hemen hiçbirinde yer yoktu. Milano’da 7 üniversite bulunduğu için, çok fazla sayıda öğrenci var ve aperativolar ekonomik olduğu için sürekli tıklım tıklım. Bütün İtalyan gençliği buralarda ve turist sayısı da oldukça az.
Navigli dışında, gençlerin yoğun olarak takıldığı bir başka bölge ise, Navigli’nin hemen yakınında bulunan Porta Ticinese Caddesi, ya da daha İtalyanca’sıyla Corso di Porta Ticinese. Buraya Duomo’dan yürüyerek 15-20 dakikada ulaşabilirsiniz. Ya da tramvayla da gidebilirsiniz. Ticinese, bizim Asmalımescit gibi bir bölge. Sağlı sollu küçük barlar ve restoranlarla dolu. Özellikle Cuma ve Cumartesi akşamı, her yer İtalyan gençlerle dolu oluyor. Turist sayısı da oldukça az.
Burası, Porta Ticinese’nin başlangıcı. Geç saatler olmasına rağmen çok kalabalıktı.
Bu da Corso di Porta Ticinese’nin genel görünümü. Caddenin diğer ucu Navigli.
Milano’ya sürekli giden birkaç arkadaşımın tavsiyesi üzerine, Porto Ticinese’de bulunan Trattoria Toscana’ya (Corso di Porta Ticinese, 58 – Tel: +39 02 8940 6292) gittik. Mekan kendini biraz saklamış. Cadde üzerinde, gösterişsiz, dikkat çekmeyen bir kapıdan giriliyor ama arkada enteresan bir bahçesi var. Fiyatlar da ucuz değil ama pahalı da değil. Makarna 10 €, ana yemekler 20 €, şişe şarap 13 €, tatlılar 5 €. Ortam ve lezzet de şahaneydi. Sanırım çok popüler bir mekan çünkü İtalyan arkadaşlarıma buraya gittiğimi söylediğimde, hepsi de biliyordu. Ama rezervasyon gerekli. Laf olsun diye söylemiyorum. İlk gittiğimiz gün tavsiyelere uymayıp, rezervasyon yaptırmadan gittik, yer yoktu, ertesi gün yine gittik.
Trattoria Toscana’nın bahçesi. Gördüğünüz gibi oldukça kalabalıktı. Yazın sanırım üstü de açılıyor.
Ama bu sayede aynı cadde üzerinde, Pizzeria del Ticinese (Corso di Porta Ticinese, 65 – Tel: +39 02 8940 2970) adında başka bir restoranı keşfetmiş olduk. Pizzası çok güzel ve ucuzdu. İki kişi pizza ve şarap sadece 25 € ödedik. Ama ben özellikle dekoruna bayıldım. Kendinizi 1940’ların İtalya’sında hissediyorsunuz. Gerçi 1940’ların İtalyan restoranları nasıldı pek bir fikrim yok ama öyle hissettim işte! 🙂
Pizzeria del Ticinese’nin dekoru söylediğim gibi çok güzel değil mi ama?
Milano’da, Ticinese dışında, yine turistlerin az olduğu ama sosyal hayatın hareketli olduğu diğer yerler Brera, Corso Como ve Corso Sempione ama hem vakit yetersizliğinden, hem de annemle birlikte gitmiş olduğumdan, ben gidemedim. Siz giderseniz, yorumlarınızı beklerim.
Lüksü sevenleriniz için, daha önce arkadaşlarımın gitmiş olup bana tavsiye ettiği popüler birkaç mekandan bahsetmek lazım. Lüks restoranlar, isimlerini lüks markalardan almış: Armani Nobu ilk seçeneklerden biri ama daha çok Uzakdoğu yemekleri var. Sicilya mutfağı için Dolce & Gabbana Gold Restaurant’ı tercih edebilirsiniz. Genel olarak İtalyan yemekleri için Just Cavalli Restaurant & Bar var. Diğer seçenekler de Montenapoleone üzerinde bulunan Bvlgari Hotel’in barı ve Papermoon. Ama bu Papermoon, bizdeki gibi fahiş fiyatlara sahip değil, bilginize.
Gelelim Milano gece hayatının popüler mekanlarına. Bu bahsettiğim restoranların kulüpleri de var. Just Cavalli ve Armani Prive, bizdeki Reina, Sortie ayarında kulüpler ama İtalyan arkadaşlarım pek sevmiyorlar buraları. Genelde, modelleri tavlama peşindeki, para babası kıro İtalyanlar ve turistler gidiyormuş buralara. Hollywood yine gidilebilecek kulüplerden birisi. Bir de daha entelektüel ama yine çok popüler olan Plastic var.
Ben çok eğlendim Milano’da. Bunda tabii İtalyan arkadaşlarımın ve İtalyanca bilmem sebebiyle insanlarla da kolayca tanışabilmemin de etkisi var. Arkadaşlarımın da sayesinde, modellerden tutun da modacılara kadar birçok kişiyle tanıştım. Umarım siz de en az benim kadar eğlenirsiniz. 🙂
COMO GÖLÜ
Milano’ya gitmişken, trenle bir saat mesafedeki Como Gölü’nü de görmek lazım diye düşünüp, oraya da gittik. Ama vaktimiz kısıtlıydı. Küçük bir kısmını görebildik. Como Gölü’nü mutlaka duymuşsunuzdur. İtalya’nın ve dünyanın en güzel göllerinden biri. “Y” şeklinde uzun ince bir göl. Doğası şahane. Hava güneşli olmasına rağmen biraz soğuk olduğu için çok fazla gezemedik. Ama sizler için bol bol fotoğraf çektim. Zaten küçük bir yer olduğu için, Como’yla ilgili fazla söze gerek yok Güzelliğini anlamak için de fotoğraflara bakmanız yeter sanırım…
Gölün hemen dibinden küçük, yemyeşil tepeler yükseliyor. Göle adını veren Como şehri de hem çok huzurlu, hem de çok güzel binaları var.
Huzur…
Dikkatimi çekti, Como’da insanların giyimi Milano’dan çok daha şıktı. Galiba çok zenginler yaşıyor Como’da. Göl kenarındaki birbirinden güzel, devasa villalardan belli zaten.
Como’daki muhteşem villalardan birisi. Dünyaca ünlü birçok ismin de Como’da evi var. En ünlüsü de sanırım George Coloney’nin evi. Yazları teknelerle onun evinin olduğu bölgeye turistik geziler bile düzenleniyormuş. Allah inşallah bir tane villa da bize nasip eder oralarda. 🙂
Bisiklete binen baba-oğul. Böyle manzaralarla sık sık karşılaşıyorsunuz Como’da.
Bu Fiat 500’lerin eski modellerini de çok severdim, yenilerine de bayılıyorum, özellikle beyaz renkli olanlarına. Acaba diyorum eski bir modelini alıp modifiye mi etsem?
Como Tren Garı’nda çektiğim sanatsal bir fotoğraf! 🙂
Milano’dan Como’ya nasıl gidiliyor onu da anlatayım hemen. Milano’da birkaç tane tren garı var. Como’ya, Duomo’dan 10-15 dakika yürüme mesafesinde olan Cadorna Tren Garı’ndan gidiliyor. Dilerseniz tabii kırmızı hatta binerek metroyla da gidebilirsiniz. Tren bileti de sadece 4,55 euro. Como’ya daha sıcak bir mevsimde, mümkünse en az bir gece geçirecek şekilde gitmek lazım. Yanınızda bir de göl kenarında romantik yürüyüşler yapacağınız sevgiliniz de olursa, yenmez tadından.
Burası da Milano’da Duomo’dan Cadorna Tren Garı’na giderken geçtiğimiz mahalle. İsmini bilmiyorum ama Milano’nun geri kalanından daha farklı. Benim çok hoşuma gitti.
MİLANO’YA NASIL GİDİLİR, NEREDE KALINIR?
Milano’ya çok ucuza bilet buldum demiştim. Gerçekten de öyle. Pegasus’un yine bir kampanyası vardı ve kişi başı, gidiş-dönüş vergiler dahil sadece 172 TL’ye aldım biletleri. Çok çok iyi bir fiyattı ama tabii kampanyalar her zaman olmuyor. Takip edip yakalamak ve çok düşünmeden hemen almak gerekiyor.
Pegasus aslında Milano’ya değil, hemen yakınındaki Bergamo’da bulunan, Orio al Serio Havaalanı’na uçuyor. Uçuş süresi yaklaşık 2,5 saat. Havaalanından Milano’ya ulaşım da çok kolay. Bizdeki Havaş gibi, Terravision veya Autostradale otobüsleriyle gidebilirsiniz Milano’ya. Sanırım her 20 dakikada bir var. Biz havaalanından çıktıktan 5 dakika sonra kalktı otobüs hemen. Kişi başı 5 € ödedik sadece. Havaalanından otobüslerin Milano’daki son durağı olan Centrale Tren Garı’na 40-45 dakikada ulaştık.
Orio aslında küçücük ama enteresan bir havaalanı. Uçaktan indikten sonra, kapıdan girer girmez pasaport kontrol noktalarını koymuşlar. Hemen 10 metre sonrasında da valiz alım alanı var. Çok pratik. Bu arada, İtalya’ya daha önce gitmeyenleriniz varsa, vize kontrolünü en sorunsuz yapan ülkelerden birisi. Artık çok fazla sayıda giden Türk turistlerin düzgün profillerini görüp önyargılarını attıklarından olsa gerek, hiç soru bile sormadan geçiriyorlar hemen. Darısı gurbetçilerimizin yaşadığı ülkelerin de başına diyelim.
Metroda çektiğim bu sanatsal fotoğraf aracılığıyla belirtmekte fayda var, Centrale Tren Garı’ndan Duomo’ya gitmek için metroda, San Donato yönünde sarı hatta binmeniz gerekiyor. Bilet ücreti 1,5 € ve 90 dakika geçerli. Aynı bilet tramvayda da geçerli ama klasik Türk usulüyle, tramvaya bilet almadan da binebilirsiniz. Ben birkaç defa bilet almaya üşenip bindim ama size tavsiye etmiyorum. Sonra yakalanınca bana küfür etmeyin!
Gelelim Milano’da nerede kalınır sorusunun cevabına. Daha önce, Venedik yazımda da belirtmiştim. Oteller yerine artık, www.airbnb.com sitesi aracılığıyla ev kiralamayı tercih ediyorum. Venedik’te çok memnun kalmıştık, Milano da ondan farksızdı. Avrupa’da merkezi noktadaki oteller ya çok pahalı oluyor ya da eski ve bakımsız. Ama Airbnb’den kiralanan evler ise tam tersi. Çok merkezi oldukları gibi çok güzel, yenilenmiş ve tertemiz evler oluyorlar. Biz Duomo’ya yürüyerek sadece 1 dakika mesafede bir evde kaldık ve bütün ev için 92 € ödedik gecelik. Kişi başı 46 €’ya gelmiş oldu ki öyle bir yer için, çok çok iyi bir fiyat. Evde sadece 1 yatak odası vardı ama salonda da 2 kişi daha kalabilecek şekilde kanepeler vardı. Yani 4 kişi gidilirse, çok çok daha ekonomik olabilir. Biz çok memnun kaldık. Bize anahtarları teslim eden ev sahibi Carla da çok sempatik ve cana yakın biriydi. Bahar aylarında gidecek olanlar için, evin minik bir terası da var. Buraya tıklayarak evle ilgili detayları ve evin fotoğraflarını görebilirsiniz. Hatta isterseniz, anında kiralayabilirsiniz! 🙂
Milano’da kaldığımız evin yatak odası.
Umarım işinize yarayabilecek her şeyi anlatmışımdır. Milano’ya güzel bir şehir değil filan diyorum ama bu gidişimde çok ısındım ve sevdim. Ama her yazımda belirttiğim gibi seyahatler, en çok gittiğiniz yerden insanlar tanıdığınızda ve turist gibi gezmekten ziyade, şehri orada yaşayanlar gibi yaşadığınızda keyifli oluyor. Ben her zamanki gibi öyle yaptım, size de tavsiye ederim…
INSTAGRAM: @orcundalarslan
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER YAZILAR: