24 Şub EDİNBURG: İnsana Kasvetli Havayı Bile Sevdiren Şehir
Ben güneş insanıyım. Havası sürekli bulutlu, kasvetli ve yağışlı olan yerlerden pek hoşlanmam. Tabii büyük de konuşmamak lazım. Zira tüm bunları bünyesinde barındıran Edinburg’a bayıldım. Hatta şehre daha adımımı atar atmaz vuruldum. Bir şehre kasvet bu kadar mı yakışır? Şehrin mimarisi kasvetli havayla bu kadar mı uyumlu olur? Edinburg gerçekten inanılmaz güzel, çok etkileyici bir şehir. Çok da iyi korunmuş. Üstelik tam da sevdiğim gibi tepeler üzerine kurulu, bol inişli çıkışlı bir şehir. Önceki sene Kasım ayında düzenli yazılar yazdığım Skyscanner’ın bir toplantısı için gittiğim ve dört gece kaldığım Edinburg’da gerçekten çok keyifli vakit geçirdim. En az Akdenizliler kadar sıcakkanlı olan İskoç halkını da çok sevdim.
Edinburg ve ben 🙂
Sizce de kasvet çok yakışmıyor mu Edinburg’a? Bu arada şehrin ismi “Edinbıra” olarak okunuyor.
Tabii ki bu yazı için de bir şarkım var ama İskoç tınıları taşısa da bir İskoç şarkısı değil. 🙂 Sertab Erener’in 1997 yılında, yani bundan tam 20 sene önce çıkardığı “Aaa” şarkısını hatırlar mısınız? Klibini de İskoçya’nın yemyeşil tepelerle süslü kırsalında çekmişti. Ne zaman dinlesem bana hep İskoçya’yı hatırladır bu şarkı. Yazıyı okurken bir yandan da şarkıyı dinlemek ve klibi izlemek için buraya tıklayabilirsiniz.
INSTAGRAM: @orcundalarslan
EDİNBURG NASIL BİR YER?
İskoçya’nın başkenti Edinburg, göreceli olarak küçük bir şehir. 500 bine yakın nüfusu var ama banliyöler de eklendiğinde nüfus 1 milyon 340 binin üzerine çıkıyor. Edinburg’un en etkileyici yanı ise kesinlikle kasvetli havayla çok uyumlu olan mimarisi. Old Town (Eski Şehir) ve New Town (Yeni Şehir) olarak ikiye ayrılmış olan Edinburg’un büyük bir kısmı UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alıyor. Yeni ve eski diye ayrıldığına bakmayın, her iki bölge de tarihi binalara sahip. Old Town şehrin en eski bölgesiyken New Town’daki binaların çoğu 1767 ila 1850 arasında inşa edilmiş. Özellikle Old Town’da tarihi ve çok katlı binalar dikkat çekiyor. Vakti zamanında Edinburg surlarla sınırlı olduğu için yer ihtiyacından dolayı 16. yüzyıldan itibaren kimisi 10-11 katlı olan yüksek binalar inşa edilmiş. Bu binalar günümüzdeki gökdelenlerin de ataları olarak kabul ediliyor. 🙂
Edinburg Kalesi’nden New Town manzarası ve arka planda Kuzey Denizi.
New Town’da evlerin olduğu tipik bir sokak
Old Town’ı görebileceğiniz bu fotoğrafı da kaleden çektim. Şu görüntüye bakınca sizin de canınız gitmek istemiyor mu oraya? 🙂 Bu arada arka planda görünen tepenin ismi de Arthur’s Seat. Rakımı 250 metre.
Old Town’da tipik bir bina
Edinburg’un tarihi apartmanları sizce de heybetli durmuyor mu?
Tüm Birleşik Krallık’ta olduğu gibi Edinburg’da da trafik tersten akıyor. Şehrin taksileri de Londra’daki siyah taksilerden. Aynı taksinin tabii beyaz ve İskoç bayrağı deseninde olanlarından da var. İskoçya’nın prizleri de İngiliz usulü, üç dişli. Bende mevcut priz dönüştürücü ve ama eğer sizde yoksa dükkanlardan 4 Pound’a alabilirsiniz. Pound demişken, evet İskoçya’da da Pound kullanılıyor para birimi olarak. Ama İngiltere’de kullanılan banknotların yanısıra kendi banknotları da var. O yüzden para üstü olarak üstünde “Bank of Scotland” yazan banknotlardan verirlerse şaşırmayın ama dönüşte onları İngiliz banknotlarıyla değiştirmeyi de unutmayın. Zira Türkiye’de döviz ofisleri kabul etmeyebilirler bu banknotları.
Edinburg’un siyah taksilerinden birisi. Bana nedense sevimli geliyor bu taksiler! 🙂
Bu da İskoç bayraklı olanından. Siyahlara göre daha güzel kanımca.
Bende bir sıkıntı mı var bilmiyorum ama benim kafa bir türlü alışamıyor bu tersten trafik olayına. 🙂 Düz yolsa sıkıntı yok ama köşe noktalara köşe noktalarda karşıdan karşıya geçerken kafam hala karışıyor. Arabaların ne taraftan geleceğin tahmin edemediğim gibi 2-3 defa bir sağa bir sola bakıyorum ezilmemek için. Ama sadece ben değilim sanırım bu durumda olan çünkü ana caddelerde birçok yerde LOOK LEFT ya da LOOK RIGHT, yani SAĞA BAKIN veya SOLA BAKIN yazmışlar hep. 🙂
Gelelim Edinburg halkına. Avrupa’nın diğer başkentlerinin aksine Edinburg’da göçmen nüfusu oldukça az. Neredeyse şehrin tamamı İskoçlardan oluşuyor. Edinburg’a gidince fark ettim ki ben daha önce İskoçyalı biriyle hiç tanışmamışım. Akdeniz insanından hiçbir farkları yokmuş. Bu kadar güleryüzlü, canayakın ve konuşkan görünce gerçekten şaşırdım. İskoçya biliyorsunuz tıpkı İngiltere gibi Birleşik Krallık’a bağlı bir ülke. O yüzden her ne kadar İngilizce ile birlikte kendi dilleri olan İskoçça ve İskoç Keltçesi de ülkenin resmi dili olsa da nüfusun %63’ü maalesef ana dillerini hiç konuşamıyorlar. İngilizce aksanları da İngilizlerinkinden daha farklı ama bana çok daha anlaşılır geldi. İskoçlar ana dillerini konuşamasalar da çok milliyetçiler. İngilizlerden çok farklı olduklarını düşünüyorlar.
Milli sembollerinin başında da İskoç erkeklerinin giydiği kilt geliyor. Evet, hala giyiyorlar. Sokaklarda, mekanlarda etek giyen erkeklere denk gelebilirsiniz. Özellikle de düğün, aile yemekleri ya da dostlarla yemekler gibi özel günlerde giyiyorlar. Ben birçok yerde rastladım. Sempatik insanlar oldukları için fotoğraf çekmeme de müsaade ettiler hep.
Princes Caddesi’nde yürürken tesadüfen kilt etekli bu abiye İskoçların milli enstrümanı gaydayı çalan müzisyen arkadaşa rastladım. Düğün varmış galiba. Konukları karşılıyorlarmış.
Bu arkadaşlarla da gittiğimiz bir restoranda karşılaştık. Eski dostlarmış, her hafta böyle milli kıyafetlerini giyip toplaşıyorlarmış. Etek giymek istemeyenler için pantolonlu versiyonu da var gördüğünüz üzere. 😀
İskoçlarla ilgili dikkatimi çeken ve hoşuma giden bir durumdan da bahsetmek istiyorum. Edinburg’da orta yaş üstü, hatta yaşlı diyebileceğimiz insanlar da sosyalleşiyorlar. Kafelerde, barlarda içkilerini yudumlayıp kahkahalarla sohbet eden teyze ve amcaları görmek mümkün. Hatta girdiğim bir barda herkes 70 yaş üstüydü. Yine şen şakrak eğleniyorlardı. Ben içeri girince hepsi gülümseyerek ve şaşkınlıkla bana baktı. Meğer özel bir doğum günü partisi için mekanı kapatmışlar. 😀 Ben de dalmışım içeri saf saf. “Vay arkadaş” dedim ama hoşuma da gitti. Bizde çünkü insanlar genellikle 50 yaşını geçince hayat bitmiş gibi davranıyorlar, farklı bir moda giriyorlar. İnşallah bizim neslimiz o yaşlara gelince durum değişmiş olur diyeceğim ama ülkemizin durumu malum pek iyiye gitmiyor gibi.
EDİNBURG’DA GEZİLECEK YERLER
Edinburg, Birleşik Krallık’ın Londra’dan sonra en çok ziyaret edilen ikinci şehri. Her yıl bir milyondan fazla ziyaretçiyi ağırlıyor. Bence daha fazlasını bile hak ediyor. Çok acayip bir atmosferi var şehrin. Hani “Anlatamam, görmen lazım” cinsinden. 🙂
EDİNBURG KALESİ: Şehrin simgelerinden olan Edinburg Kalesi, 12. yüzyılda inşa edilmiş. Kale şehrin neredeyse her yerinden görünüyor. Doğal olarak kaleye çıkınca da şehrin dört bir yanını kuşbakışı görmek mümkün!
Havanın nadir açtığı anlardan birinde Edinburg Kalesi’nin bu fotoğrafını çektim. Bu arada ben kaleye gittim ama dışarıdan baktım sadece. Zira burada yaşayanlar içinde pek bir şey yok, görmeye gerek yok dediler. Ben onların yalancısıyım. Ama kaleden Edinburg manzarası çok iyi, o ayrı.
Princes Caddesi’nden Edinburg Kalesi
ROYAL MILE: Old Town’ın en ünlü caddesi. Edinburg Kalesi’nden İngiliz kraliyet ailesinin Edinburg’daki resmi konutu olan Holyrood Sarayı’na kadar uzanıyor. İsmini de toplam bir İskoç mili uzunluğunda olmasından alıyor. Bir İskoç mili ne kadar ediyor diye merak etmişsinizdir şimdi. Hemen söyleyeyim. Yaklaşık 1,81 km.
Royal Mile aslında tek bir cadde değil. Castlehill, Lawnmarket, High Street, Canongate ve Abbey Strand caddelerinden oluşuyor. Burası High Street bölümü.
Royal Miles’ın en dikkat çekici yapılarından olan 900 yıllık St. Giles Katedrali. Caddede İskoç desenli ürünler satan hediyelik eşya dükkanları da var, fiyatlar da fena değil. Kanımca en iyisi Deacon Brodies Tavern’in hemen yanında olanı.
Akşamüstü Royal Mile.
GEÇİTLER: Edinburg’un geçmişte İngilizlerin saldırılarından korunmak için şehir surlarıyla sınırlı olduğunu için tarihi yüksek yapılara sahip demiştim. Bu yüksek yapılar aynı zamanda birbirine çok da yakın şekilde yapılmış. İşte bu dar ya da çıkmaz sokaklara İskoçlar “close”, yani “geçit” diyor. Ana caddeden bakınca girişleri bile belli olmayan, kanyonu andıran bu geçitlerden en çok High Street’te bulunuyor.
Burası Advocate’s Close. Burası dahil bazı geçitlerde güzel mekanlara denk gelebilirsiniz.
Burası da Covenant Close.
VİCTORİA CADDESİ: Ok gibi kıvrımlı, yokuşlu ve kısa bir cadde ama kanımca Edinburg’un en güzel caddelerinden birisi. Royal Mile’a çok yakın mesafede.
Victoria Street
Caddedeki kasvetli binaların alt katlarında dış cephesi rengarenk boyanmış olan mağazalar ve üniversite gençliğinin takıldığı barlar var.
Burası da Victoria Caddesi’nin alt girişi
COCKBURN CADDESİ: Edinburg’un bir başka kıvrımlı ve fotoğraflık caddesi. Royal Miles’ı şehrin ana tren garı olan Waverly İstasyonu’na bağlıyor.
Cockburn Street
IV. GEORGE KÖPRÜSÜ: Ben burayı normal bir cadde sanıyordum ama meğer köprüymüş. 🙂 Edinburg bol tepeli bir şehir demiştim. Ama tepe olmayan yerlerde bile şehri katmanlı inşa etmişler. Cadde sandığını köprünün köprü olduğunu binaların arasındaki kısa boşlukların altından bir başka cadde geçtiğinde fark ediyorsunuz. Biliyorum karmaşık ama fotoğraflardan daha iyi anlayacaksınız. 🙂 Caddede bu arada çok sayıda kafe ve dükkanlar bulunuyor.
İşte 300 metre uzunluğundaki IV. George Köprüsü. Köprüye benzer bir hali var mı hiç? 🙂
Üstteki fotoğrafta kırmızı renkli kafenin yanından baktığında aşağıdan geçen Cowgate Caddesi’ni görüp şaşırıyor insan bu anda.
Merak ettim Cowgate Caddesi’ne bir de aşağıdan bakayım dedim. 🙂 Tam ortada IV. George Köprüsü’nün kemerini görebilirsiniz.
Araştırmacı gazetecilik yapıp biraz daha yakından bakayım dedim. Köprünün altı kullanıma kapatılmış. Pek insan da olmadığı için ürpermedim de değil. 🙂
GRASSMARKET: Bir ucu Victoria Caddesi’ne açılan, kafe, restoran ve barların olduğu uzun, ince bir meydan. Öğrencilerin en çok tercih ettiği yerlerden birisi.
Grassmarket’in sıra sıra mekanlar
Victoria Caddesi’nden Grassmarket’teki binaların görüntüsü
PRİNCES STREET GARDEN: Edinburg’un aslında yemyeşil bir şehir olduğundan da bahsetmek lazım. 1700’lerden beri şehrin ana parkı olan Prince Street Garden, Old Town ve New Town’ın tam ortasında yer alıyor.
Ben gittiğimde Kasım sonuydu, ona rağmen gördüğünüz gibi park çok güzel görünüyordu. Sonbaharın başlarında, daha yapraklar dökülmeden çok daha güzel görüneceğine eminim. Bu arada üstte Edinburg Kalesi’ne dikkat! 🙂
Sonbaharda dedim ama kanımca Prince Street Garden ilkbaharda ve yazın da ayrı güzel oluyordur. İskoç gençler kesin şu çimlerin üstünde keyif yapıyordur hava güzel olunca 🙂
Parkın girişi
PRİNCES CADDESİ: Hem New Town’ın hem de tüm şehrin ana alışveriş caddesi. H&M’den Debenhams’a kadar birçok mağaza var. Sadece tekstil değil elektronik eşya mağazaları da. Alışveriş tutkunuysanız mutlaka bir yürüyüş yapın burada.
Princes Street. Bu arada “Prince” ya da “Princess” değil “Prince. Edinburglular oldukça hassaslar bu konuda. 🙂
Princes Caddesi’nden Princes Street Gardens ve Old Town
İSKOÇ ULUSAL GALERİSİ: Ben çok müze insanı olmasam da ulusal galerileri gezmeyi, özellikle de ressamların yaşadıkları dönemdeki günlük hayatı anlatan tablolarını seviyorum. O yüzden İskoç Ulusal Galerisi’ni de sevdim. 🙂
İskoç Ulusal Galerisi 1859’dan beri hizmet veriyor.
Galeriye giriş ücretsiz. 🙂
CALTON TEPESİ: Princes Caddesi’nin doğu ucunda yer alan, şehrin kuşbakışı izlenebileceği bir tepe. Ulusal anıtlar da var ama benim pek ilgimi çekmedi. 🙂
Calton Tepesi’ne çıkış. İsminin hakkını veriyor, hakikaten tepe 🙂
Calton Hill’den New Town, Old Town ve tabii ki Edinburg Kalesi. Her yerden görünüyor demiştim size 🙂
Calton Hill’de bol bol fotoğraf çektim. Rüzgar olduğundan biraz da dondum tabii. Tepeden kale de deniz de görünüyor.
HANOVER CADDESİ: Şehrin önemli caddelerinden birisi. New Town’da tam İskoç Ulusal Galerisi’nin karşısından Princes Caddesi’ni dik kesiyor. Birçok mekana da ev sahipliği yapıyor. Özellikle son dönemin popüler kahvaltıcılarına.
İskoç Ulusal Galerisi’nden Hanover Street.
Bu da caddeden galerinin görüntüsü 🙂 Şehrin kasvetini çok iyi yansıtıyor.
GEORGE CADDESİ: Princes Caddesi’ne paralel, geniş bir cadde. Edinburg’un en lüks mağazaları ve en prestijli gece kulüpleri burada bulunuyor. Yani geceleri kaliteli bir eğlence için istikametiniz burası olmalı 🙂
George Street ve 1820 ile 1830 arasında Birleşik Krallık’ın hükümdarı olan IV. George’un heykeli
George Caddesi’nde Türk arkadaşım Zeynep ve İngiliz arkadaşım Courtney ile 🙂
ROSE CADDESİ: George Caddesi ile Princes Caddesi’nin tam ortasında yer alan dar bir alışveriş caddesi. Aynı zamanda öğrencilerin gittiği birçok bar da burada yer alıyor. Ben pek takılmadım burada.
Rose Street’in Hanover Street’ten girişi
EDİNBURG ÜNİVERSİTESİ: Telefonun mucidi Alexander Graham Bell’in de mezunu olduğu Edinburg Üniversitesi 1582’den beri hizmet veriyor ve dünyanın en iyi 20 üniversitesi arasında yer alıyor. Old Town içindeki binaları acayip etkileyici.
Burası 1889’dan beri Edinburg Üniversitesi’nin öğrenci birliklerine ait olan Teviot Row House. Tamamen öğrencilerin sosyal hayatına yönelik hizmet veriyor.
Bize artık çok garip gelebilir ama tarihi kampüs içindeki Teviot Row House’da tam altı tane bar var. Hem fiyatları dışarıya göre çok uygun, hem de dekorları çok güzel. İnsan buraları görünce “Bizimki de okul muydu be?” demekten kendini alamıyor. 🙂
Üniversitenin içinden bir de böyle yol geçiyor. İsmi Middle Meadow Walk.
SCOTCH WHISKY EXPERIENCE: Malum İskoçya viskisiyle ünlü. O yüzden ülkedeki viski üretici şirketler 1987’de turistlerin “İskoç Viski Deneyimi” yaşayabileceğiniz bu merkezi kurmuşlar. Scotch Whisky Experience’da viskinin yapılış sürecini anlatan, tadım yapılan turlara katılabilirsiniz. Ben 14 Pound’a Silver Tour aldım. Bana sıradan geldi ama büyük bir viski tutkunuysanız, ilgi çekici olabilir. En son bardak da hediye ediyorlar.
Scotch Whisky Experience binası, Royal Mile’ın Edinburg Kalesi girişine yakın bir noktada yer alıyor.
Turda dünyanın en büyük viski koleksiyonunu da görebilirsiniz.
NOEL PAZARI: Edinburg’da da şanslı döneme denk gelmişim. Gittiğimde Noel pazarı vardı. Neredeyse her gün uğradım. 🙂 Bol bol yemek satıyorlar. Bir de dönmedolap kurmuşlar. Sponsoru da THY idi. İyi iş çıkarmış THY.
Edinburg’un Noel pazarı
Pazar gece gündüz, her daim çok kalabalıklı.
HAYALET TURLARI: Hemen her akşam düzenlenen bu turlarda şehrin geçmişiyle ilgili korkunç hikayeler anlatıyorlarmış. Mezarlığa filan da gidiliyormuş. Ben çok istediğim halde yeterli vaktim olmadığı için gidemedim ama giden arkadaşlar gerçekten korkunç olmasa da eğlenceli bir tur olduğunu söylüyorlar. 🙂 Biletleri Royal Mile’daki Starbucks’ın önünde satılıyor. Ücreti 12 Pound.
Tura gitmediğim için elimde fotoğraf yok ama temsili olsun diye şehrin en büyük parklarından olan The Meadow’da gece vakti çektiğim bu fotoğrafı koyuyorum. 🙂
HIGHLANDS TURLARI: Edinburg’dan her gün İskoçya’nın Highlands denilen kırsal bölgelerine ve ünlü göllerine turlar düzenleniyor. Bahar, yaz ve sonbaharda gidilmesini tavsiye ediyorlar. Kışın günler kısa, hava da çok soğuk ve rüzgarlı olduğu için iyi olmuyormuş. O yüzden ben gitmedim ama bir dahakine kaçırmaya niyetim yok. 🙂
EDİNBURG’DA YEME, İÇME, GECE HAYATI
Edinburg’da yoğun bir öğrenci nüfusunu olduğu için sosyal hayatı da hareketli. Malum yağışlı ya da soğuk memleketlerde mekanlar mühim. O yüzden çok sayıda kafe ve özellikle bar var ama şöyle de kötü bir yönü var. Kafelerin çoğu 5-6’da kapanıyor ya da bara dönüşüyor. Son dönemde İskoçya’da, daha doğrusu tüm Birleşik Krallık’ta kahvaltı keyfi yapmak da popüler hale gelmiş. Çok değil daha 3-4 yıl öncesine kadar böyle bir şey yokmuş. Özellikle hafta sonları yer bulmak çok zor oluyor.
Gelelim İskoçların milli yemeğine. İsmi haggis. Bağırsaktan yapılan, yanında patates ve ismini hatırlamadığım diğer bir püreyle servis edilen bir yemek. Yabancıların çoğu iğreniyor ama biz malum kokoreç yiyen bir milletiz. “Iyyyk” demek olmazdı. 🙂 O yüzden denedim ben. Kokoreç gibi değil, kıyma şeklinde hazırlanıyor. İskoçların biraları da güzel. En tanınmışlarından birisi de Innis&Gunn. Güzel bir bira.
İşte haggis, tam ortadaki kahverengi olan. Peki beğendim mi? Hayır. 🙂 Ama öyle kötü de değildi. Gitmişken denemek lazım kanımca.
Bu arada Edinburg’da tipik İskoç publarına genellikle taverna deniyor. A ana yemek ve yanında bira genellikle 15 ya da 20 Pound tutuyor genelde hemen her yerde.
ALL BAR ONE: George Caddesi ile Hannover Caddesi’nin köşesinde yer alıyor. Yüksek tavanlı, geniş bir mekan. Ben somonlu “Eggs Benedict” söledim. Güzeldi ama beni kesmedi. Çayla birlikte 10 Pound’a yakın ödedim.
Kahvaltı zamanı All Bar One.
Aynı mekana gece de gittim. Geceleri bara dönüşüyor. Bildiğiniz gümbür gümbür müzik çalan bir mekan çıktı. Çok farklı görünüyordu.
URBAN ANGEL: Edinburg’un en ünlü kahvaltıcılarından birisi. Hanover Caddesi’nde. Rezervasyon şart.
Biz Urban Angel’a rezervasyonsuz gittik. En az bir saat sıra beklememiz gerektiğini söyledir. O yüzden çıktık hemen ama yine de sizin için fotoğrafını çektim. 🙂
ELEPHANT HOUSE: IV. George Köprüsü’ndeki bu kafe aslında şehrin en meşhur mekanı. Zira J.K. Rowling, Harry Potter’ı mezarlık manzaralı bu kafede yazmış. Söylentiye göre, şu anda Birleşik Krallık’ın en zengin kadınlarından biri olsa da o dönemde evini ısıtacak parası olmadığı için kafelerde yazıyormuş. Buralarda yiyip içmek daha ucuza geliyormuş.
Kafenin pek bir özelliği yok. Ben böyle turistik yerleri de sevmem ama akşamüzeri elimde bilgisayarımla çalışabileceğim bir kafe arıyordum ve açık olan nadir kafelerden birisiydi Elephant House.
AULD JOCK’S PIE SHOPPE: Grassmarket’te bir tatlıcı. Dekoru ahşap olan, küçücük ama sıcak bir mekan. Soğuk havada gezindikten sonra tatlı ve çay molası vermek için ideal. 🙂 Ücreti de 5-6 Pound tutuyor.
Auld Jock Pie’s Shoppe
GOLF TAVERN: 1456 yılından beri hizmet veren bir İskoç barı. Dekoru da çok güzel. Haggis denemek ya da kilt giyen İskoçlarla karşılaşmak istiyorsanız buraya gelmelisiniz.
Golf Tavern
MONTEITHS: Şık bir İskoç restoranı. Bu defa beyaz şarap sosuyla yapılan midyesi ve biftekleri oldukça iyi.
DEACON BRODIES TAVERN: Royal Mile’da, dışarıdan hemen görüntüsüyle dikkat çeken, turistik gibi görünmesine rağmen gerçekten iyi olan bir mekan. Pie diye yemekleri var. Börek şeklinde. Tavuk-mantar ya da domuz eti gibi seçenekleri var. Yanında patates püresi ve sebzelerle servis ediliyor. Ben domuz yemediğim için tavuk-mantar olanını denedim, çok beğendim, kesinlikle tavsiye ederim.
Deacon Brodies Tavern
DEVIL’S ADVOCATE: Advocate’s Close’da bir kokteyl bar. Sanırım Edinburg’un en iyi mekanlarından birisi. Bulunduğu sokak zaten çok mistik. Mekan tarz. Gelen insanlar da İskoçların geneline göre daha şık. Viski kokteylleri 8-10 Pound arası. Ben ekşi sevdiğim için Whisky Sour aldım. Ekşi sevenler için 10 numara.
Devil’s Advocate
FINNEGANS WAKE: Victoria Caddesi’nde tipik bir İrlanda barı. Canlı İrlanda müzikleri çalıyorlar. Özellikle üniversiteli gençlerin tercihi. Deli gibi dans ediyorlar. Meşhur İrlanda birası Guinness 4 Pound civarı.
RYAN’S CAFE: Princes Caddesi’nin batı uzunda, Hope Caddesi’nin köşesinde yer alıyor. İçinde kuru fasülya bile olan İskoç vejeteryan kahvaltısını deneyebilirsiniz benim gibi. Değişik bir kahvaltıydı. Ücreti de 9 Pound’a yakın.
LUCIANO: IV. George Köprüsü’nde, Elephang House’ın hemen karşısında, oturup arkadaşlarınızla sohbet etmek için güzel bir kafe.
THE DOME: George Caddesi’nde, eski Yunan mimarisinde bir bina. Binanın içinde şık restoran ve barlar var.
Ben Noel zamanı gittiğim için The Dome’u böyle süslemişlerdi. İçerideki mekanların dekorları da ayrı güzel. 🙂
TIGERLILLY: George Caddesi’nde şık bir restoran ve bar ama geç saatte gitmiştim ben, çok kalmadan çıktım.
WHY NOT NIGHT CLUB: George Caddesi’nde, The Dome ile aynı yerde. Ben gitmedim ama şehrin en popüler gece kulübüymüş.
EDİNBURG’A NASIL GİDİLİR?
Edinburg’a gitmek için Birleşik Krallık vizesi, yani halk diliyle İngiltere vizesi almak gerekiyor. İstanbul’dan Edinburg’a yalnızca THY’nin direkt uçuşları var. Uçuş 4,5 saate yakın sürüyor. İskoçya’ya varışta pasaport kontrolünde sadece neden geldin diye sordular. Açıkladım, çok rahat geçtim.
Edinburg Havalimanı
Havalimanından şehre tramvay, otobüs ve trenle gidiliyor. Airlink’in 100 numaralı, iki katlı, mavi renkli servis otobüsleri en rahatı. Ücreti 4,5 Pound. Yol 30 dakika filan sürüyor. Kablosuz internet hizmeti de de var. Tam merkeze, Waverly İstasyonu’na bırakıyor. Oradan hemen her yere yürüyerek ulaşım sağlanabilir. Küçük, kompakt bir şehir zaten. Otobüs dönüşte de Prince Street üzerindeki duraklarda duruyor. Zaten durduğu duraklarda otobüsün numarası (100) yazıyor. Havaalanına 1,5 ya da 2 saat önceden gitmekte fayda var zira kuyruk olabiliyor. Eğer viski almak isterseniz, şehirden değil havalimanından alın derim. Çünkü daha ucuz. 12 Pound’a kaliteli İskoç viskisi bulabilirsiniz.
Havalimanı kapısından çıkar çıkmaz gözleriniz bu otobüsü arasın. 🙂
EDİNBURG’DA NEREDE KALINIR?
Ben Edinburg’da önce Ten Hill Place Hotel’de kaldım. Ten Hill Place Hotel, şehir merkezine yakın bir konumda, gayet konforlu bir otel. Kahvaltısı da iyi. Kesinlikle tavsiye ederim. Eğer Airbnb’den ev kiralamayı tercih ederseniz mümkünse Old Town’da kalmanızı tavsiye ederim. 🙂
Ten Hill Place Hotel’deki odam
INSTAGRAM: @orcundalarslan
ŞU YAZILAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:
BERLİN: Almanya’nın Hareketli Başkenti