02 Nis POLONEZKÖY
Pazar aktivitelerini, özellikle de bahar aylarıysa eğer çok severim. Hayattaki en büyük keyiflerimden biridir. Hele işin içine kahvaltı, dostlar ve yaşadığımız şehri veya çevresini keşfetmek de girdiyse, benden mutlusu olmaz.
Geçtiğimiz Pazar günü, yine bir Pazar aktivitesi için arkadaşlarımla Polonezköy’e gittim. Çok uzun zamandır gitmek istediğim bir yerdi ama geçtiğimiz Pazar gününe kısmet olabildi ancak ve çok keyifliydi. Şehre çok yakın, bir o kadar da uzak bir yer. Acayip keyifli vakit geçirdim orda, tabii güzel fotoğraflar da çekince, aklımda daha ikinci bir Roma yazısı ve Kore’yi yazmak varken, üşenmeden hem resimleri paylaşmak,hem de biraz Polonezköy’ü ve tarihini anlatmak istedim.
Neresi olduğunu bilmeden resme bakan biri, kesinlikle buranın İstanbul’a sadece yarım saat uzaklıkta bir yer olduğunu tahmin edemez sanırım. İşte Polonezköy’de bu yemyeşil tepelere bakarak yaptık kahvaltımızı…
Polonezköy’ü duymayan kalmamıştır herhalde. Sorsak herkes şu cevabı verebilir: İstanbul’a yakın,haftasonu kaçış yerlerinden biri. Bazıları da “Polonyalılar mı ne kurmuş” diyebilirler ama kimse bilmez, merak etmez kimdir bu Polonyalılar, ne işleri varmış İstanbul’da diye.
O halde ben anlatayım size. Polonez (Polonais), Fransızca Polonyalı demek. Polonezköy de adı üstünde “Polonyalı köyü” demek. 1842’de Avusturya ve Rusya’nın işgalinde olan Polonya’dan kaçan Polonyalılar,liderleri Adam Czartoryski öncülüğünde kurmuşlar bu köyü. Zaten köyün Lehçe(Polonya’nın resmi dili) ismi de Adampol, yani “Adam’ın tarlası”.
Başlangıçta köyde sadece12 kişi yaşarken, en kalabalık olduğu dönemde 250’ye kadar çıkmış nüfus.Atatürk’ün köyü ziyaretinden sonra, 1938 yılında köy sakinlerine Türk vatandaşlığı verilmiş. 1980’lerde ekonomik sebeplerden dolayı birçoğu yurtdışına taşınmış ancak son 10 yılda turizm gelişmeye başlayınca, geridönüşler de başlamış. Bugün köyde Lehçe konuşabilen 40 kişi varmış hala, tabii çoğu yaşlı insanlar.
Gitmeden önce acabakendimizi Polonya’da gibi hisseder miyiz diye merak etmiştik (Bu arada 35civarı ülke gezdim ama Polonya’ya hala gidemedim!). Köyde hiç Polonyalı göremedik, ama yine de yemyeşil tepeleri, Polonya kırsalının mimarisine sahip evleriyle az da olsa bu hisse kapıldık. Ama çok isterdim köyün Polonya asıllı sakinleriyle tanışıp, sohbet edip, düşüncelerini öğrenmeyi, köyün yaşam tarzıyla ilgili bilgiler almayı, hikayeler dinlemeyi…
Köydeki, 1800’lerin Polonya kırsal mimarisine ait tipik, kocaman bahçeli evlerden biri. Benim de böyle bir evim olsun…
Bu da daha çok Türk mimarisine sahip başka bir ev ama çok güzel. Bahçenin çitleri de ayrı güzel.
Ama belirtmekte fayda var,her yıl Haziran ayı başında, Polonya’yla olan kültürel bağlarını vurgulayan Polonezköy Kiraz Festivali düzenleniyormuş. Belki köyün Polonyalı sakinlerini, festival zamanı tekrar gidersek görebiliriz. Onları göremesek bile en azından Polonya’dan gelen folklör ve konser ekiplerinin görmüş oluruz. O da olmadı, yanımıza Polonyalı bir arkadaş alıpgideriz ve Polonezköy’ün Polonezliğinin hakkını vermiş oluruz! 🙂
Gelelim yeme-içme kısmına. Biz hiç araştırmadan gittiğimiz ve karnımız da aç olduğu için ilk gördüğümüz yere oturduk ki manzarası çok güzeldi ama servis ve lezzet için aynı şeyi söyleyemem. Ama zaten amaç manzara ve ortam olunca, lezzet çok iyi olmasa bile insan hiç sorun etmiyor. Daha sonra köyü gezdiğimizde çok daha güzel manzaralı yerler olduğunu da gördük. Zaten bir sürü mekan var. O yüzden size tavsiyem, eğer gittiğinizde bizim gibi çok acıkmış olmazsanız, arabayı köyün girişinde bırakıp, önce bir yürüyerek keşif turu yapmanız, sonra en beğendiğiniz yere oturmanız. Biz iş işten geçtikten sonra Leonardo diye bir yeri beğendik ve sonradan da öğrendik ki, en meşhur yerlerden biriymiş zaten. Aklınızda bulunsun.
Köydeki değişik mimariye sahip mekanlardan birisi. Sadece 50 TL ödeyip, resimde gördüğünüz eski model arabalarla köy turu yapabilirsiniz. Bu arada bu fiyat kişi başı değil, araç başına ödenen ücret. Yani oldukça uygun.
Bu da aynı mekandaki başka bir eski araba.
Bir de yanınızda mutlaka sofrabezi, kilim gibi bir şey götürün. Birlikte gittiğim arkadaşlardan birinin Toskana’ya, bir diğerinin en sevdiğim Türk filmlerinden biri olan Tosun Paşa’da, Seferoğulları ile Tellioğulları’nın düello yaptığı vadiye benzettiği yemyeşil tepelerde mutlaka oturmak isteyeceksiniz. Biz öyle yaptık, ayakkabı ve çoraplarımızı çıkardık, ayaklarımızı çimlere uzattık, üzerinde yürüdük. Bol oksijen, sohbet, muhabbet, acayip keyifliydi. Sofrabezi misali bir örtümüz olmadığı için, üstümüz başımız çim lekesi olmasın diye uzanamadık.
Şu manzaranın güzelliğine bakın, içiniz açılsın.
Huzur…
Köyde görülmesi gereken çok fazla yer yok. Zofia Rizi Anı Evi, Czestochova Meryem Ana Kilisesi enturistik iki yer. Onun dışında her zaman tavsiye ettiğim gibi köyün sokaklarında kaybolmak en güzeli. Bir de 4800 metrelik bir yürüyüş yolu varmışdoğanın ortasında ama biz yeterli vaktimiz olmadığı için yürüyemedik. Birdahakine artık…
Bir de köyün girişinde kiküçük parkta böyle ahşap oyma heykeller sergileniyor. Bunlar Mimar SinanÜniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ve Polonezköy Muhtarlığı’nın işbirliğiyleTürk ve Polonyalı sanatçıların yaptıkları, Leh kültürüne ait ahşap heykellermiş.
Bunların yanında mimari takıntısı olan bir insan olarak bu konuya da değinmem lazım. Malum bizde gelişen bir yer olunca, mutlaka rant da olur. Köyün o güzelim evlerinin yanına, otel kurmak için çirkin beton binalar da dikilmiş. Gidecek olursanız, tavsiyem sakın böyle yerlerden birinde yeyip içmeyin ya da konaklamayın. Bir yeri bozmasak olmaz zaten ama doğası ve havası o kadar güzel ki, bunları düşünüp sinirlerinizi bozmaya değmez…
Neyse, inşallah tembellik yapmaz ve siz de en kısa zamanda gidersiniz. Yolu da çok kolay: Fatih Sultan Mehmet köprüsünün Kavacık çıkısından sonra, “Polonezköy” tabelarını takip edin.15 km sonra Polonezköy’desiniz. Yarım saat bile değil yol. Bu arada daha önce gidenleriniz varsa, mekanlar ve yenilmesi gereken yemekler, köyde kimsenin bilmediği ama mutlaka görülmesi gereken yerler hakkında tavsiyelerinizi aşağıda yorumlar bölümüne yazabilirseniz çok sevinirim. Hem ben faydalanmış olurum, hemde blogumu okuyan herkes…