27 Kas ÜRDÜN: Akabe, Kızıldeniz, Petra ve Wadi Rum
Bir daha gideceğim aklıma gelmezdi ama Kasım ayı başında, 4 yıl aradan sonra tekrar Ürdün’e gittim. Daha önce Lübnan ve Suriye üzerinden karayoluyla gitmiştim Ürdün’e. Amman’ı, Ölüdeniz’i ve Petra’yı ziyaret etmiştim. Bu defa Ürdün’ün Kızıldeniz kıyısındaki turistik şehri Akabe’ye uçtum. Yani Ürdün’e uçakla ilk gidişim oldu. 🙂 Zaten gitme sebebim de, Akabe’ye bu senenin ilk yarısında uçuşlar başlatan Türk Hava Yolları’nın ve Akabe Özel Ekonomik Bölgesi’nin, bölgenin potansiyelini duyurmak ve turizmini desteklemek için düzenlediği geziydi.
Türk Hava Yolları’nın daveti ile Akabe’ye uçtuğum seyahat yazarı arkadaşlar ile Petra’da 🙂
Diğer seyahat yazarı arkadaşlarımla birlikte çok keyifli, dolu dolu üç gün geçirdik. Nereye gidersem gideyim, her seyahatimden mutlu dönüyorum ama bazılarında bu mutluluğum kat kat fazla oluyor. Bu da onlardan birisiydi. Üç gün içinde birbirinden farklı dört deneyim yaşadık. Akabe sokaklarını gezerken sıcak bir Arap şehrinde olduğumuzu fazlasıyla hissettik. Kızıldeniz’de yüzüp, tekneyle gezinti yaptık, mercanları inceledik, kışın başında yazı yaşadık. Petra antik kentinde 2.000 yıl öncesine döndük. Wadi Rum, yani Ay Vadisi’nin birbirinden enteresan şekillere sahip granit kayalarla bezenmiş çöllerinde cip safari yaptık, deveyle gezindik, Bedevilerle yemek yedik…
Şimdi aklınızdan Ürdün ve Ortadoğu’yla ilgili tüm ön yargılarınızı atın ve bol fotoğraflı bu yazıyı okuyun. Eminim ki yazı bittikten sonra Türk Hava Yolları’nın sitesine girip 3-4 günlük bir tatil için Akabe uçak bileti bakmaya başlayacaksınız! Tabii ki bu yazının da bir şarkısı var. Buraya tıklayarak Sting’in 1999’da Cezayirli şarkıcı Cheb Mami ile düet yaptığı Desert Rose, yani Çöl Gülü şarkısını dinleyebilirsiniz.
INSTAGRAM: @orcundalarslan
AKABE
Kızıldeniz kıyısındaki Akabe, Ürdün’ün denize kıyısı olan tek şehri. Aynı zamanda tek limanı. Dolayısıyla ülke için büyük önem taşıyor. Zaten bu yüzden de nüfusu 100 bin civarında olan Akabe ve çevresi, hem ticaret hem de turizmini canlandırmak için, özel bir yasayla Akabe Özel Ekonomik Bölgesi olarak ilan edilmiş. Akabe’nin benim için bu üç günlük turdaki görevi, tipik bir Arap şehri hissiyatını yaşatması oldu. Çünkü Kızıldeniz’i ayrı tutarsak, sosyal aktivite olarak yapılabilecek çok fazla bir şey yok aslında.
Akabe tepelerinden şehir manzarası ve Ürdün bayrakları.
Biz gittiğimizde Türkiye’ye kış gelmek üzereyken Akabe’de hava mükemmeldi. Tam 32 dereceydi.
Akabe sokaklarında geleneksel kıyafetli Ürdünlüleri sık sık görüyorsunuz. Ben de ortamla oldukça uyumluyum 🙂 Alışveriş yaparken ya da herhangi bir şey soracakken konuşmaya “selamın aleyküm” diye başlarsanız, size baştan sempati duyuyorlar.
Bu sempatik amca, manavda fotoğrafını çekerken fark edip hemen poz verdi.
Akabe’de Gezilecek, Görülecek Yerler
Akabe’de gezilecek yerleri yarım günde bitirmek mümkün. Şehrin en ilgi çekici kısmı, Akabe Limanı ve çevresi. Dünyanın en büyük beşincisi olan, 130 metre yüksekliğindeki bayrak direği, 14. yüzyılda Memlüklüler tarafından inşa edilen Akabe Kalesi ve Akabe Arkeoloji Müzesi aynı yerde, Akabe Limanı’nın hemen yanındalar. Müze çok küçük, 5-10 dakikada gezilebiliyor. Müzede ikonların açıklamaları elle yırtılan küçük kağıtlara kalem ile yazılmış. Hangi döneme ait oldukları bile yazmıyor. Ürdünlüler Petra dışındaki tarihi yerlere pek önem vermiyorlar sanırım. İslam’ın yayılmasıyla birlikte Arap yarımadası dışındaki kurulan ilk şehirlerden birisi olan Ayla şehrinin kalıntıları ve M.S. 300 yıllarına tarihlenen, dünyanın en eski kiliselerinden biri olduğu tahmin edilen yapı, Akabe’de görülmesi gereken diğer yerler. Ancak her ikisi de çok bakımsız durumda maalesef.
Kuyruksuz Uçurtma bloğunun yazarı arkadaşım İrem ile sanki İzmir’de, Alsancak’tayız da Karşıyaka’ya nazır poz veriyoruz 🙂 Halbuki Akabe Limanı’ndayız, karşıda sol tarafımızda görünen binalar da İsrail’in sadece 11 km’lik Kızıldeniz sahil şeridindeki Eliat şehri. Akabe’den İsrail sınırı sadece 3 km, Eliat şehir merkezi ise 5 km mesafede.
Eliat, Akabe’ye o kadar yakın ki, bir sonraki Akabe ziyaretinde gitmeden dönmek olmaz.
Akabe Limanı’ndaki balıkçılar.
Burası, dünyanın en eski kiliselerinden birisiymiş. Ama günümüzde maalesef çöp kutusu niyetine de kullanılıyor.
Akabe’de Yeme, İçme, Gece Hayatı
Akabe tipik bir Arap şehri ama aynı zamanda turistik bir şehir olması sebebiyle, diğerlerinden biraz da farklı. Akşam saatlerinde hava serinleyince şehir birden hareketleniyor. Şehrin en popüler yeri, halk arasında Pizza Caddesi diye bilinen Al Sa’ada Caddesi. Lüks arabalar ve sağlı sollu mekanlar var. Ama tabii mekanlarda oturanların büyük çoğunluğu erkekler ya da Avrupalı veya Amerikalı turistler. Kadınlar çok fazla çıkmıyor sokağa sanırım. En popüler yerler nargile içilen kafeler. Gün boyu deniz keyfi yaptıktan sonra akşam şehri faytonla bir turlayıp, buradaki mekanlardan birine oturabilirsiniz. Sizin için şehirdeki en popüler yerleri de öğrendim. Ali Baba şehrin en popüler restoranlarından birisi. Marina bölgesindeki Romero hem şık bir restoran hem de bar. Ürdün birası Petra’yı burada deneyebilirsiniz. Hemen yakınındaki Rovers Return ise bir İngiliz pub’ı. Fast food için de Amerikan zincirlerine alternatif olarak Lebnani Snacks bulunuyor.
Burası şehrin en popüler caddesi, yani Pizza Caddesi. Akabe’de böyle caddede bile karşınıza deve çıkabiliyor, üstelik sahibi de devenin tepesinde ayağa kalkmış vaziyette. 🙂
Akabe Otelleri
Akabe şehir merkezinde, kendi özel plajı olan iki lüks otel bulunuyor: InterContinental Aqaba ve Kempinski Hotel Aqaba. Denize direk kıyısı olmayan ama yakın mesafede bulunan, deniz manzarası da olan Mövenpick Resort & Residences Aqaba ile bizim kaldığımız Oryx Hotel de güzel seçenekler. Bu arada Ürdün’de otellere girişte x-ray kontrolü yapılıyor çantalara. Güvenlik açısından iyi bir şey. Sahilden içerilere doğru daha uygun fiyatlı oteller de bulunuyor.
Oteliniz deniz kenarında olmazsa, üzülmenize gerek yok. Akabe’nin sahili çok kısa olduğu ve tüm otellerin denize kıyısı olmadığı için, devlet ve özel sektör ortaklığıyla Suudi Arabistan sınırına kadar olan 20-25 km’lik sahil şeridinde beach club’lar kurulmuş. Otellerden ücretsiz servislerle bu beach club’lara gidilebiliyor. Giriş için de, otellerden alınan kuponlarla 20-30 dolar gibi giriş ücretleri yerine, sadece 5-6 dolar civarı ücret ödenerek tesislerden faydalanılabiliyor. Şehir merkezi dışında, Suudi Arabistan sınırına kadar olan kıyılarda da oteller mevcut. Radisson Blu Tala Bay Resort Aqaba ve Mövenpick Resort & Spa Tala Bay Aqaba en popülerleri.
Akabe’ye Nasıl Gidilir?
Akabe’ye tarifeli seferlerde uçan tek havayolu, Türk Hava Yolları. O yüzden THY’nin Akabe için önemi büyük. Haftada üç gün, Akabe’yi dünyada 200 üzerindeki noktaya bağlıyor. Uçuş süresi sadece 2,5 saat. Uçaktaki yolcuların büyük çoğunluğu Avrupalı ya da Amerikalı turistlerdi zaten biz giderken ve dönerken. Maalesef Akabe ve sunduğu imkanlar, Türkler tarafından pek bilinmiyor. Halbuki kışın ortasında denizi özleyip yaz tatili yapmak isteyenler için çok ideal bir nokta.
Bizi ve dünyanın dört bir yanından turisti Akabe’ye getiren THY’nin yollarda Lionel Messi’li reklamlarına denk gelip gururlandık. 🙂
Akabe seyahatinde bizim yaptığımız gibi Kızıldeniz, Petra ve Wadi Rum gezilebilir. İsteyenler günübirlik ya da 1-2 günlüğüne Mısır’ı veya mevcut vizeleri varsa İsrail‘i ve Suudi Arabistan’ı da ziyaret edebilirler. Şehir merkezinden uygun fiyatlı taksilerle İsrail sınırına gitmek mümkün. Akabe şehir merkezinden Mısır’ın Sina Yarımadası’ndaki Taba ve Nuweiba şehirlerine de hemen her gün feribotlar geçiyor. En uygunu, Taba’ya geçmek. 1 saatten az süren yolculuğun ücreti gidiş dönüş 100 dolar. İsteyenler oradan da otobüslerle Şarm El-Şeyh’e de geçebilirler.
KIZILDENİZ
Akabe’ye gideceğimizi ilk duyduğumda, beni en çok heyecanlandıran kısmı, bir deniz ve güneş insanı olarak, Kızıldeniz’de yüzecek olmamızdı. Zira tahmin ettiğim gibi de oldu. Kasım ortasında güneşlenip denize girince, hem de daha önce hiç girmediğim bir deniz olan Kızıldeniz’e girince mest oldum. 🙂 O yüzden yazıda da Kızıldeniz’i Akabe’den ayrı tuttum.
Biz hem Suudi Arabistan sınırına, hem de Akabe şehir merkezine 10 km mesafede bulunan, ikisinin tam ortasındaki Berenice Beach Club’a gittik. Türkiye’ye neredeyse kış gelmiş olsa da, insan bir anda denizi ve güneşi görünce hiç yadırgamıyor. İlk görüşte hemen alışıyor. deniz ve güneşe hemen alışıyor. Kasım ortasında, 32 derece havada güneşi hissetmek çok güzel.
Berenice Beach Club’a girince karşımıza ilk çıkan manzara bu oldu. Havuz çok güzel görünüyor ama tabii ki Kızıldeniz dururken havuza değil denize girdik. Kızıldeniz tahmin ettiğim gibi çok sıcak değildi. Soğuk da değil. Su sıcaklığı kıvamında, tam yüzmelik. Ama biraz tuzlu.
Berenice Beach Club’ın plajının genel görüntüsü. Karşıdaki dağlar, Mısır’ın Sina Yarımadası. Mesafe 10 km civarı. Güneşlenirken sol tarafınız Suudi Arabistan, karşınız Mısır, sağ çaprazınız ise İsrail.
Kızıldeniz’in plajları kum ama aralarda küçük taşlar da var.
Ben denize iskeleden girmeyi tercih ettim. Bu da iskeleden beach club manzarası ve Avrupalı turistler…
Denizin rengi yakından böyle görünüyor. İnsanın hemen atlayası geliyor. Çok fazla sayıda küçük balık var denizde ama bir şey yapmıyorlar.
Öğle yemeğinde, Akabe’ye ve Ortadoğu’da denize kıyısı bulunan diğer şehirlere özgü bir balık yemeği olan seyyadiye yedik. KFC’nin kanatları gibi derisi çıtır çıtır olan lezzetli balık, baharatlı pilav ile sunuluyor. Yanında da yoğurtlu tahin sosu var. Tahin sosunun tadı tek başına çok kötü, ama pilavla birlikte yiyince acayip lezzetli bir hal alıyor. Ürdün seyahatim boyunca en keyif aldığım yemek bu oldu. Kesinlikle yemenizi tavsiye ederim.
Kızıldeniz, mercan resifleri, büyük sürü balıkları, balon balıkları, rengarenk melek balıkları, kelebek balıkları, denizyıldızları, süngerler, kaplumbağalar su altı canlıları açışından çok zengin bir yer. Dalış için dünyadaki en popüler yerlerden birisi. Ben cesaret edemedim ama arkadaşlarımızdan bazıları yaptı dalış. Benim gibi cesaret edemeyenlerin endişelenmesine gerek yok. Gördüğünüz gibi, beach club’ın iskelesinden kalkan, altı cam olan bir tekneyle Kızıldeniz turu yapılabiliyor. 🙂
Etrafı tamamen verimsiz ve kurak olan Kızıldeniz’in su altında, dışarının aksine apayrı bir dünya var. Çok etkileyici. Akabe’ye gelirseniz, dalmasanız bile Kızıldeniz’de bu gemi turunu mutlaka yapın derim. Şnorkelle dalan arkadaşlarımız da oldu. Onlar yüzerken, altlarından kocaman ve yaşlı bir su kaplumbağası geçmiş. Çok şanslılar görebildikleri için. Gerçi ben iyi ki görmemişim. Görsem anında çıkardım sudan! 🙂
Bu da aynı gemide, Ürdün’ün Kızıldeniz kıyılarını izlerken… Arka plandaki dağlarda tek bir ağaç ya da bitki yok ama turuncu rengi ve heybetli duruşuyla ve denizin ve gökyüzünün mavi tonlarıyla bütünleşmiş güzel bir görüntüsü var.
Kışın güneşlenip denize girmek çok güzel ama süre kısıtlı, zira saat daha 5 olmadan güneş batmaya başlıyor! 🙂 Güneş batıyor ama beraberinde inanılmaz güzel bir manzara sunuyor. Bu manzarayı şezlongda, huzur dolarak ve şükrederek izledim. Kızıldeniz, iskele, iskelede Bodrum’dan getirilen gület, arka planda Mısır’daki dağların silüeti ve batan güneşin sarıdan turuncuya kadar değişen renkleri…
Akşam hava kararırken, yerel bir müzik ekibinin canlı, geleneksel Arap müzikleri eşliğinde gületle Kızıldeniz’de gezindik. Mükemmeldi. Teknenin en önüne oturdum bir süre. İnsanın şükretmek istediği anlardan bir diğeri… Gökyüzünde yıldızlar, hafif esen rüzgar, uzakta Akabe ve Eliat’ın ışıkları… Tabii bira söyledim hemen. Gerçi küçücük biraya acayip para verdim ama olsun. Yemeğimizi de gülette yedik. Tavuk, et, balık, falafel, hepsi bir arada. 🙂
Tekneye Berenice Beach Club’dan bindik, Akabe’de indik. Bu fotoğrafı şehre yaklaşırken çektim. Işıl ışıl parlayan Akabe ve şehrin arkasında gece karanlığında belli belirsiz görünen dağlar… Fotoğrafın en sağında, dünyanın en büyük beşinci bayrak direği de görünüyor.
PETRA
Dünyada görülmesi gereken yerler listelerinde her daim yer alan Petra’yı bir defa görebilir miyim diye düşünürken, ikinci defa görmek kısmet oldu. Petra antik kenti, Akabe Körfezi ile Ölüdeniz arasındaki bölgede, M.Ö. 5. yüzyılda Araplar ve İbraniler gibi Semitik bir halk olan, ticarette öne çıkan Nebatiler tarafından kurulmuş. Roma İmparatorluğu tarafından M.S. 106 yılında işgal edilene kadar Nebatiler’e başkentlik yapmış. M.S. 400 yıllarından sonra da depremler ve ekonomik sıkıntılardan dolayı gözden düşüp unutulmuş, ta ki 1812’de İsviçreli gezgin Johann Burckhardt tarafından tekrar bulunana kadar.
Petra’ya “kayalık geçidi” anlamına gelen Siq ismindeki dar yoldan 1-2 km yürüyerek ulaşılıyor.
Geçitteki kayalıkların yükseklikleri 90 ile 180 metre arasında değişiyor. Çok etkileyici bir görüntü.
Fotoğraftaki adama dikkat ederseniz, yüksekliğin farkına daha iyi varabilirsiniz.
Yol boyunca Siq kırmızı ve turuncunun her rengine bürünüyor. Yürümek istemeyenler at arabalarıyla da gidebiliyor. Yolda at ve develerin yürüyüşünden dolayı yer yer kötü kokular da gelebiliyor burnunuza tabii. Bu arada ben parmak arası terlikle sorunsuz yürüdüm ama rahat bir yürüyüş ayakkabısıyla gitmek en makulü.
Petra’da Hazine’nin kanyon arasından ilk göründüğü an muazzam. İkinci defa etkisi o kadar çok olmasa da, ilk seferdeki “vay be” duygusunu hala hatırlıyorum.
Hazine‘yi, çoğunluğun yaptığından farklı olarak uzaktan, daha geniş bir açıdan çektim. Devasalığının daha iyi anlaşılması için. Mimarisine de dikkat ederseniz Greko-Romen mimari tarzından izler var. Sebebini merak ettim, öğrendim. Ticaret yapan bir halk oldukları için, ticaret yaparken etkileşimde bulundukları Mısır, Yunan ve Rome uygarlıklarından etkilenmişler. Bu da mimarilerine yansımış.
Yol boyunca sık sık Bedevi satıcılara denk geleceksiniz. Bu kadın da onlardan birisi. Arka plandaki kaya mezarlıklarına dikkat.
Bedevi satıcılar, eskitilmiş görüntülü antik para ve ikon satıyorlar. Hem de en ucuzunu 10-20 dinara. Ama tabii ki birçoğu sahte sattıklarının. Gerçek olanları da satın almak büyük bir suç ayrıca. Turistlere satacak antik para bulmak için kaya mezarlarını da tahrip ediyorlarmış zaten. O yüzden bu konuda dikkatli olun.
Burası Petra’nın en sonu. Çok da fazla görecek bir şey yok. Ya da Türkiye’de Efes gibi antik şehirlri defalarca gördüğüm için bana etkileyici gelmiyor. O yüzden yorulursanız, sonuna kadar gitmenize gerek yok. Ya da resimdeki yaşlı turistler gibi, zavallı eşeklere binerek dönebilirsiniz. Bu arada Akabe ve Kızıldeniz’deki genç turistlerin aksine, Petra’da turistlerin çoğunluğu yaşlı Amerikalı veya Avrupalı turistler. Petra’ya daha önceki gelişimde, giriş ücretinin Ürdünlülere 1 dinarken diğer tüm turistlere 50 dinar, yani yaklaşık 75 dolar olmasından şikayet etmiştim. Hala öyle. Gece girişi de 17 dinar yani 25 dolar yaklaşık.
Petra’da haftada üç gün gece turu da oluyor. Yolun iki tarafını mumlarla aydınlatmışlar, romantik bir hava oluşmuş. Hazinenin önündeki mumlar da çok güzel. Güzel ama ben çok da romantik olmadığımdan olsa gerek, benim için gece turu olsa da olurdu olmasa da. Ama tabii siz beni dinlemeyin zira diğer arkadaşların hemen hepsine çok etkileyici geldiğini de söylemem lazım. Petra’yı gece ziyaret etmenin en güzel kısmı dönüş yolunda kayalıkların arasından görebilirseniz gökyüzünü ve parıldayan yıldızları izlemek.
Petra Otelleri
Petra, sadece antik kentten oluşmuyor. Bir de modern kent merkezini var. Zaten 40-50 bin civarında nüfusu olan küçük bir şehir. Çok fazla gezemedik biz. Ama gezilecek çok yer de yok gibi zaten. Ekonomisi tamamen turizme dayalı. Çok sayıda otel var. Biz Petra antik kentinin girişinin tam karşısındaki Mövenpick Hotel’de kaldık. Çok güzel ve konforlu bir otel. Küçük de olsa açık havuzu da var. Yemekleri de oldukça iyi. Tavsiye ederim kesinlikle.
Modern Petra’nın genel görüntüsü
Bizim kaldığımız Mövenpick Resort Petra.
Petra’ya Nasıl Gidilir?
Petra’ya Akabe’den özel turlarla ya da 20-30 dolar civarı bir ücret ödeyerek taksiyle gidilebiliyor. Yol yaklaşık 2 saat sürüyor. Akabe, özel ekonomik bir bölge olduğu için, Akabe çıkışında göstermelik bir de gümrük kontrolü yapılıyor.
Akabe’den Petra’ya giderken yol üstündeki tesislerde mola verip Arabah Vadisi’ni izleyebilirsiniz.
WADİ RUM (AY VADİSİ)
Wadi Rum, Wadi Ramm ya da Ay Vadisi, 720 km² alana yayılmış bir çöl vadisi. Üç günlük Ürdün seyahatimizin en etkileyici kısımlarından birisiydi. Burası için Büyük Kanyon’un çöl kumlu versiyonu diyebiliriz bir nevi. Hem çöl var, hem de aşınmalarla oluşmuş, küçüklü büyüklü, gözalıcı şekillerde kayalık dağ kümeleri var. Aralarında güneşin açısına, göre tıpkı kayalıklar gibi güneşin açışına göre renk değiştiren çöl kumu. UNESCO Dünya Miras Listesi’ne de girmiş. Yer şekillerinin yanı sıra Arap isyanı esnasında, 1917-18 yıllarında İngiliz subayı Arabistanlı Lawrance’ın bir süre burada yaşamış olmasıyla da ünlü.
Wadi Rum Ziyaretçi Merkezi’nde cip ve pikap bolluğu var. Zira çölde gezinmek için aracın motorunun çok kuvvetli olması gerekiyor.
Biz grup olarak iki araç peş peşe yaptık safariyi. İsmi cip safari ama pikaplarla yapılıyor! 🙂
Dakika bir, gol bir. Çölde karşımıza hemen bir kervan çıktı. Tabii eskiden Bedevilerin kervanları geçerken, şimdi deveyle gezintiye çıkmış turist kervanları çıkıyor.
Granit kayalıklar ve çölün birbiriyle göz kamaştırıcı bir şekilde bütünleşiyor. Kayalık dağlar zaman zaman 1.500 metreden daha fazla yüksekliğe sahip olabiliyor. Fotoğraftaki arabanın ne kadar küçük göründüğüne dikkat!
Öğle yemeği için iki kayalık dağ arasındaki gölgelik bir vadide yemek molası verdik. Kuma serdikleri kilime uzandım. Dört bir yanımda acayip şekillere kayalıklar. Masmavi gökyüzü. İnsan seyahat ederken, özellikle de doğanın böylesine içindeyken gerçek anlamda yaşadığını hissediyor. İliklerine kadar derler ya, öyle.
Bunlar yemeklerimizi hazırlayan Hatime ve kocası. Hatime bize nefis gözlemeler yaptı. Bizim olduğumuz bölüm yerine, bitkilerin olduğu bölümde tek başına oturuyordu diye arkadaşlar konuşmaya gitmiş rehber aracılığıyla. Ben de katıldım onlara tabii. 42 yaşındaymış. 8 çocuğu varmış. En küçüğü 6, en büyüğü 19 yaşında. Kendisi de 7’si aynı anneden 15 kardeşmiş. Sonra kocası da geldi. Kocasının yaptığı kuma esprilerine ve bizim şakayla karışık tepkimizin ardından karısına zoraki sevgi sözleri söylemesine gözleri doldu, ağlamaya başladı. Ben doğanın içinde yaşadığımı hissediyorum diye mutlu olurken, onun hikayesini duyunca, durumunu görünce çok üzüldüm. Kadınların dünyanın ve hatta ülkemizin bazı yerlerinde, birey muamelesi görmemelerine çok sinirleniyorum.
Safariye devam. Ama tabii sık sık ilgi çekici yerlerde molalar vererek.
Kendime Bedevi arkadaşlar da edindim. 🙂
Garibim bu deve bugün bütün gün turistleri taşımaktan yorgun düşmüş…
Bunlar da yorgun düşen Bedeviler. Kumlar rahat tabii.
Yolda karşımıza böyle manzaralar da çıktı. Film gibi.
Turuncumsu pembemsi bir renge sahip bu kum tepesinin en tepesine kadar çıktık. Bu arada bana çöle giderken parmak arası terliklerimi çıkarttırdılar. “Çölde terlikle mi gezilir?” dediler. Halbuki ben tam tersini düşünüyormuşum. Onları dinleyip ayakkabı giymişim ama hata etmişim. Çölde tabii ki terlikle gezilir. Ayakkabıların içine sürekli kum kaçtı. Zaten bu tepe de dahil çoğu yerde ayakkabılarımızı çıkarıp çıplak ayak gezindik. Genelde gölgede gezindiğimiz için mi bilmiyorum çöl kumu gayet serin ve incecik, insanın ayağına hiç yapışmıyor. Bedeviler gibi biz de uzandık bu tepedeki kumlara, manzarayı izledik.
Sonrasında gün batımını izlemeye gittik. Grup olarak sessizlik sağladık. Sadece hafif rüzgar sesi vardı. Nasıl huzurluydu anlatamam. Yine şükredilecek anlardan birisi. Güneş battıktan sonra hava biraz serinliyor çölde. Ama korkuttukları kadar buz gibi de olmuyor. Şort ve tişörtle idare edebildim azıcık üşüsem de.
Gün batımından sonra akşam yemeğimizi yemek için deveyle Rehayeb Çöl Kampı’na gittik. Daha önce deveye Fas’ta sadece fotoğraf çektirmek için binmiştim ama gezinti ilk defa yaptım. Çok keyifliymiş. Tabii arada arkadaki devenin bana çok yaklaşıp neredeyse bacağımı yalayacak, hatta ısıracak kadar yaklaşması dışında. Bir de tabii konforsuz biraz. Eskiden aylarca nasıl gidiyorlarmış deveyle anlamadım. Gerçi o kadar yolu yürümekten daha rahat olduğu kesin.
‘
Wadi Rum’a nasıl gidilir, nerede kalınır?
Wadi Rum, Akabe’ye 60 km mesafede bulunuyor. İsterseniz Akabe’den turizm acenteleri aracılığıyla direk tur satın alabilirsiniz. Ya da Akabe merkezden taksiyle aklaşık 20 dolar ödeyerek Wadi Rum Ziyaretçi Merkezi’ne ulaşabilirsiniz. Burada rehberli ya da rehbersiz, yemekli ya da yemeksiz, cip safari turları, deve turları satın alabilirsiniz. Fiyatlar kişi ve aktivite sayısına göre değişiyor ama her bütçeye uygun seçenekler var.
Wadi Rum Ziyaretçi merkezinden istediğiniz turu satın alabilir ya da geleneksel kıyafetleri içindeki Bedevi rehberlerden birini tutabilirsiniz.
Wadi Rum’da çok sayıda çöl kampı bulunuyor. Buralarda isterseniz Rehayeb Çöl Kampı’nda yaptığımız gibi sadece Bedeviler’in patates, biber, soğan, domates, baharat, et veya tavuktan kuma gömerek pişirdikleri geleneksel yemekleri “zarb” yiyebilirsiniz. Dilerseniz yine turizm acentelerinden veya Wadi Rum Ziyaretçi merkezi aracılığıyla, stantard veya lüks konaklama sağlayabilirsiniz. Tabii lüks derken, çölde lüksün de bir sınırı var. Gecelik fiyatlar da 30 ile 75 dolar arasında değişiyor.
Biz Ürdün’de üç gün boyunca bu otobüsle gezdik. Lüks otobüsler çok yok Ürdün’de. Burası, Akabe-Wadi Rum yolu. Otobüsle arka plandaki dağ arasından, II. Abdülhamit tarafından 1900-1908 yıllarında İstanbul ile Kutsal Topraklar arasındaki ulaşımı güçlendirmek Şam ile Medine arasında inşa ettirilen Hicaz Demir Yolu geçiyor.
Çölden Akabe’ye geçerken yolumuzu yabani develer kesti. 😀 Benim çektiğim fotoğraf net değildi. Bu fotoğraf arkadaşım İrem Özer’e ait.
INSTAGRAM: @orcundalarslan
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER YAZILAR:
ORTADOĞU: LÜBNAN, SURİYE ÜRDÜN