VENEDİK

İşlerin güçlerin yoğunluğundan dolayı, gerçekten vakit ayıramaz oldum yazı yazmaya. Olan vaktimde de dergilere yazmam gereken yazıları yetiştiriyorum. Ama bu yazamama durumu bana rahatsızlık vermeye başladı artık. Daha fazla uzatmadan, geçtiğimiz Ekim ayı sonunda, Kurban Bayramı tatilinde, 3-4 günlüğüne gittiğim Venedik seyahatimi bir an önce anlatmak istedim.

Venedik’e 8 yıl önce gelmiş olduğum için, aklımda tekrar gitmek yoktu aslında. Ama tabii yine internette gezinirken bulduğum uygun uçak biletini kaçırmamak için hemen biletimi aldım. Ardından bir anda nasıl olduğunu anlamadan 12 kişi olduk. İlk defa bu kadar kalabalık bir grupla seyahat ettim ama herkes uyumlu olduğu için, çok keyifli bir seyahat oldu. Bu vesileyle, seyahat arkadaşlarıma buradan tekrardan teşekkürlerimi iletirim. 🙂

Bu arada yazılarımın formatını değiştirmeye karar verdim. Yazıyı, konularına göre bölümlere ayıracağım. Aşağıda göreceksiniz. Böylelikle herkes aradığı bilgilere daha kolay ulaşabilecek. Bir de artık fotoğraflarımın birçoğunu Iphone yerine Mayıs alında alıp henüz kullanmaya başlayabildiğim Canon 600D ile çekmeye başladım. Ama değişmeyen bir şey var, o da yine yazımı şarkı eşliğinde okumanızı istemem. Nada’dan “Ma Che Freddo Fa” sizin için gelsin. En sevdiğim İtalyanca şarkılardan birisi. Nada, 1969 yılında katıldığı İtalyanlar’ın meşhur Sanremo Müzik Festivali’nde bu şarkıyla adını duyurdu. Şarkının anlamı “Ne soğuk ama”. Aşk acısını anlatan bir şarkı ama müziği hareketli sayılır. İtalyanca şarkıları sevmemin sebeplerinden biri, sanırım böyle hüzünlü sözlerle hareketli müziği birleştirmeleri. Buraya tıklayarak dinleyebilirsiniz.

VENEDİK’LE İLGİLİ GENEL BİLGİLER

Venedik’in ismini duymayan kalmamıştır. Kanallar şehri olduğunu bilmeyen de yoktur. Ama Venedik’in aslında ada olduğunu bilen kişi sayısı çok azdır. Zira 2004 yılında ilk gittiğimde ben de bilmiyordum. Evet, Venedik Adriyatik Denizi’nin kuzeyinde, tam 118 adacık üzerine kurulu. Şehirde 170 tane kanal ve 400 tane köprü bulunuyor. Ayrıca hiçbir motorlu kara taşıtı bulunmuyor. Mimari olarak da görüntüsü son 600 yılda hiç değişmemiş.

buyuk_kanal_venedik

Büyük Kanal ile küçük bir kanalın birleştiği köşedeki bu bahçeli eve bayıldım.

Venedik’in nüfusu 72.000 ama Marco Polo Havaalanı’nın da bulunduğu anakara Mestre’yi de eklersek, toplam nüfusu 270.000 civarında. Nüfusun yarısından fazlası geçimini turizmden sağlıyor. Ama Venedik’te İtalyan’dan çok turist görüyorsunuz. Biz de Kurban Bayramı’nda gittiğimiz için, çok fazla Türk turist vardı. Gazetede okuduğuma göre, tam 20.000 Türk, tatilini Venedik’te geçirmiş. Abartı gibi gelebilir ama sağımız, solumuz, önümüz, arkamız, her yer Türk’tü, o yüzden doğru olma ihtimali çok yüksek. Hatta uzaktan gelen çok güzel bir kadına gözümüz takılmışken, bir baktık kendisi Ebru Şallı çıktı. Bu kadar güzel olduğunu bilmiyordum. Bir de Melek Baykal’a rastladık meşhurlardan. Melek Baykal’ı zaten nereye gitsem görüyorum. Lübnan’a son gidişimde de aynı uçaktaydık.

venice_world_citizen

Venedik’in en kötü yanı, her yerin turist dolu olması. Ama bunun sonucu olarak, böyle güzel kareler ortaya çıkabiliyor.

VENEDİK’TE GEZİLECEK, GÖRÜLECEK YERLER

Ben aslında seyahate gitmeden önce, gideceğim yeri güzelce bir araştırırım, gezilmesi, görülmesi gereken yerler nerelermiş bir bakarım. Seyahat bloglarına mutlaka göz atarım. Hatta gideceğim yerde geçen bir roman okurum ki en sevdiğim de budur. Çünkü romanlarda, orada yaşayan bir insanın gözüyle şehri görebilme fırsatını bulabiliyorum.

Ama bu defa yapmadım, yapamadım. Yine bahsettiğim vakitsizlik yüzünden. Bir de dediğim gibi 12 kişiydik, aralarından bir arkadaş da benim gibi hem İtalyanca biliyor, hem çok geziyor, hem de Venedik’e onun da daha önceden gitmişliği var diye ona güvendim, hiçbir araştırma yapmadım. İkimiz dışında herkes de bize güvenmiş. Onun da çok detaylı bilgisi olmasa da, sayesinde gezilip görülecek yerlerle ilgili fikir sahibi olduk.

venedik_buyuk_kanal

Venedik’te çektiğim ilk fotoğraflardan birisi bu, Rialto Köprüsü’nün altından Büyük Kanal…

venedik_kanal

Küçük kanallardan birisi. Kanal suları gördüğünüz üzere yeşil ve hatta bazı yerlerde turkuaz. Pis ve kahverengi olması beklenir halbuki. Sebebini merak ettim suyun bu yeşilliğinin.

Gerçi Venedik birkaç tane görülmesi gereken yer dışında, daha çok ambiyansı için gidilmesi gereken bir yer. Tarihi binalar, kanallar, gondollar, daracık sokaklar, kendinizi eski zamanlarda yaşıyor gibi hissetmenize sebep oluyor. Bunu tek bozan ise turist kalabalığı. Bu yüzden en güzeli, sabah erkenden kalkıp, hava aydınlanır aydınlanmaz çıkıp dolaşmanız. Zira ben öyle yaptım. Venedik’in en güzel zamanı bence sabah saatleri. Sadece iş için yola çıkmış olan Venedikliler ve siz oluyorsunuz şehirde. Huzur dolu, mis! Bol bol fotoğraf çekmek için de ideal. Size en önemli tavsiyem bu olsun.

Şimdi nihayet gelelim, gezip görmeniz gereken yerlere.

Şehrin en büyük meydanı, ya da gerçek anlamda tek meydanı diyebileceğimiz Piazza San Marco, bütün turistlerin Venedik’te öncelikli ziyaret ettiği yer . “Piazza”, İtalyanca’da meydan demek. Ama Venedik’te San Marco dışında tüm meydan, ya da meydancıklara “Campo” deniyor çok küçük oldukları için.

venedik_san_marco_meydani

San Marco Meydanı… Tam karşıda San Marco Basilikası ve San Marco Çan Kulesi.

Peki San Marco Meydanı’nda neler var? Öncelikle bol sayıda güvercin var! 🙂 Onun dışında dikkatinizi çekecek ilk bina, San Marco Bazilikası. Bizans mimarisinden esinlenilerek yapılan bu kilisenin dış cephesi, son şeklini 13. yüzyılda almış. 19.yüzyıla kadar da, halktan ziyade sadece şehri yönetenlerin kilisesi olarak kullanılmış. Onun hemen karşısında, meydanın köşesinde, Campanile di San Marco, yani San Marco Çan Kulesi bulunuyor. Bu kule aslında bazilikaya ait, ama birleşik değil ayrı bir yapı. Yüksekliği tam 98 metre. Orijinali 1514 yılında yapılmış, ama 1902 yılında çökmüş ve aslına sadık kalınarak 1912’de yeniden yapılmış. Kulenin tepesine çıkıp Venedik’e bir de tepeden bakabilirsiniz. Çok da etkileyici bir manzara yok ama yine de çıkmakta fayda var. Ücreti 8 €.

venedik_san_marco

San Marco Çan Kulesi’nden San Marco Meydanı ve Venedik.

San Marco Meydanı’na gece 10 gibi de mutlaka gitmenizi tavsiye ederim. Akşam belirli bir saatten sonra meydanın etrafındaki kafe ve restoranların orkestraları, canlı klasik müzik çalıyorlar. Bu kafelerde oturmak biraz pahalı olabilir, o yüzden en güzeli, diğer birçok turistin yaptığı gibi, bir marketten 3-4 €’ya şarabınızı alıp, orkestraların 3-4 metre ilerisine oturup, müziğin keyfini çıkarmak. Hatta sevgiliniz yanınızdaysa, kalkın dans edin. Zira bizim gruptaki romantik evli çift arkadaşlar öyle yaptı! 🙂

venedik_ponte_dei_sospiri

İşte meşhur Ponte dei Sospiri, yani İç Çekme Köprüsü. Soldaki bina Dükalık Sarayı, sağdaki de Yeni Hapishane.

Bir diğer görülmesi gereken yer Dükalık Sarayı (Palazzo Ducale) ile Yeni Hapishane’yi birleştiren, 1603 yılında yapımı tamamlanan Ponte dei Sospiri, yani İç Çekme Köprüsü. Rivayete ve turist rehberlerinin anlatımına göre bu ismi almasının sebebi, mahkumların hapishaneye geçerken Venedik’in güzel manzarasını son kez köprünün parmaklıkları arasından görüp iç çekmeleriymiş. Ama işin aslı farklı. Köprünün parmaklıklarından manzara neredeyse hiç görünmüyormuş. İç çekmelerin asıl sebebi ise, Serenissima’da, yani Venedik Cumhuriyeti zamanında, hapis cezası alan mahkumların bir daha serbest bırakılmamalarıymış. İşin aslını da benden öğrenmiş olun.

Özellikle biz Türkler için bir başka görülebilecek yer ise Fontego dei Turchi. Anlamı “Türkler Hanı”. 13. yüzyılda Venedik-Bizans mimarisinda inşa edilen bu saray, 1621 ila 1838 yılları arasında, Osmanlı tebaasına bağlı tüccarlar tarafından, hem kalacak yer, hem depo, hem de ticaret yaptıkları bir pazar olarak kullanılmış. 1923 yılında Doğal Tarih müzesine dönüştürülmüş.

venedik_salizada_del_fontego_dei_turchi

Fontego dei Turchi’yi bulmak için o kadar yürüdük, ama Doğal Tarih Müzesine dönüştüğünü görünce, içine girmedik. Ama bulunduğu sokağa da ismini verdiği için, en azından, sokak tabelasıyla resim çektirelim dedik. Bu arada küçük bir not: İtalyanca’da “via”, sokak demek. Ama Venedik’te, Venedikçe “calle” deniyor sokaklara. Daha önemli sokaklara ise “salizada” deniyor. Olur da aklınıza takılırsa, bilginiz olsun, benim takıldı çünkü! 🙂

Büyük Kanal üzerindeki Ponte di Rialto, yani Rialto Köprüsü ise herhalde sadece Venedik’in değil, dünyanın en ünlü köprülerinden biridir. 1591’de yapılan bu köprünün tarihi aslında 800 yıl öncesine dayanıyor. İlk yapıldığında ahşap olan köprü, 1524 yılında çökünce, mimarisi aynı kalarak günümüzde kullanılan bu taş köprü yapılmış. Köprünün üstünde küçük küçük dükkanlar var. Her daim turist dolu.

venedik_rialto_sel

Rialto Köprüsü’nün tek fotoğrafını, nedense sel olduğunda çekmişim! 🙂 Arkada görünen beyaz köprü, Rialto. Biz aslında gecenin bir vakti köprünün en üst noktasında çok eğlendik, fotoğraf da çektik ama ne yaptığımızı buradan yazamam. Zaten bizi gören Türkler de zaten muhtemelen garipseyici bakışlar atmışlardır! :)))

Teatro La Fenice (feniçe diye okunuyor, fenis değil), yani Fenice Tiyatrosu ise dünyanın en önemli ve ünlü opera binaların birisi. Giuseppe Verdi’nin meşhur La Traviata operası, 1853’te ilk defa burada oynanmış. Ama günümüzdeki bina maalesef orijinali değil. İlk olarak 1792 yılında açıldıktan sonra, yangınlar sonucunda iki defa yıkılmış ve 1837 ve 2003 yıllarında tekrardan yapılmış. Burada opera izlemek isterseniz buraya tıklayarak programa ulaşabilirsiniz. Ama biletler çok pahalı. 60 €’dan başlıyor. Dolayısıyla biz gitmedik, zaten vaktimiz de olmadı ama en azından siz gidin bizim yerimize! 🙂 Tabii gitmek isterseniz, Venedik’e gitmeden önce biletlerinizi almanızı tavsiye ederim. Zira en ucuz yerler, hemen tükeniyor.

venedik_murano

Murano’da da Venedik’teki gibi kanallar var.

venedik_murano_kopru

12 kişi gittik demiştim. İşte bütün ekip Murano’da, köprünün üstünde. Sadece ben yokum, fotoğrafı çektiğim için! 🙁

Venedik’teki bir gününüzü de Venedik’e bağlı olan yakındaki iki adaya, Murano ve Burano’ya ayırabilirsiniz ki bence mutlaka gitmelisiniz, özellikle Burano’ya. Ben Venedik’e ilk gittiğimde, bu adalara uğramamıştım, pişman oldum gezip görünce. Murano ve Burano da tıpkı Venedik gibi küçük adacıklar ve kanallardan oluşuyor. Murano’nun nüfusu sadece 5000. Küçük, huzurlu bir kasaba. Cam işçiliğiyle ünlü. Burano ise Murano’dan da daha küçük. İnanılmaz huzurlu bir yer. Rengarenk boyalı, 2 katlı evleri var. Bir de el ele tutuşarak yürüyen, bakımlı, yaşlı çiftler var her yerde. İster bol bol fotoğraf çekin, ister oturun bir köşeye, resim çizin. Ben her ikisini de yaptım. Ya da isterseniz bizimkilerin yaptığı gibi, dükkanlara girin çıkın, bol bol hediyelik eşya alın. Venedik, Şubat ayında düzenlenen karnavalı ve karnavalda takılan maskeleriyle ünlü. Ama Venedik’te maskeler çok pahalı. Burano’da ise çok daha ucuz. Maske almak isterseniz, bence Burano’dan alın.

venedik_burano

Burano’da her yer rengarenk evlerle ve bu evlerin resimlerini çizen gençlerle dolu. Onlara özenip, ben de çizdim. Resim çizme yeteneğim var ama maalesef, hiç kullanmıyorum böyle canımın istediği nadir zamanlar dışında.

Murano ve Burano’ya Venedik’ten “vapuretto” denen vapurlarla gidebilirsiniz. Venedik içinde de yine Büyük Kanal boyunca ulaşımı sağlamak için vapurettoları kullanabilirsiniz. Biz Burano ve Murano’ya da gideceğimiz için, 20 € verip, 24 saat geçerli kartlardan aldık. Zira tek biniş bile 7 € olduğu için, böylesi çok daha mantıklıydı. Ama eğer sadece Venedik’te takılacaksanız, vapurettolara binmeye hiç gerek yok, her yere yürüyün.

burano_venedik

Burano, fotoğraf çekmenin yanı sıra artistik pozlar vermek için de ideal bir yer! 🙂

VENEDİK’TE GONDOL

Venedik’ten gondola binmeden dönerseniz zaten, Venedik’e gitmiş saymayın kendinizi. Çok turistik bir aktivite, tamam, ama bir o kadar da keyifli. Eskiden şehrin neredeyse tek ulaşım aracıymış gondollar. 17. ve 18. yüzyıllarda sayıları 10.000 civarındaymış. Ama şu anda Venedik’te sadece 400’ün biraz üzerinde gondol var ve hemen hepsi turizm amaçlı kullanılıyor.

venedik_gondolcu

Bizim karizmatik gondolcumuz, ya da İtalyancasıyla “gondoliere”miz Antonio, dokuz kuşaktır bu işi yapan bir aileden geliyormuş. Yol boyunca bol bol sohbet ettik, bol bol bilgi verdi gondollarla ve Venedik’le ilgili.

venedik

Gondolcular, Antonio’nun da üzerinde gördüğünüz gibi, Daltonlar gibi siyah beyaz çizgili kıyafetler giyiyorlar. Turistik eşya satan dükkanlarda da onların kıyafetlerinden satılıyor. Sabah çıktığımızda güneşli ve sıcakken, sonradan hava bulutlanıp bir anda soğuyunca üşüdüm, ben de bir tane kapüşonlu aldım kendime. Tam hatırlamıyorum, not da almamışım ama 10-12 € civarında bir ücret ödemiştim galiba.

Bu arada gondol kullanmak için gondol ehliyeti almak gerekiyormuş. Kullanmak zaten hiç de göründüğü gibi kolay değil. Özellikle köşeleri dönmek ve alçak köprülerin altından geçmek ustalık gerektiriyor. Zor iş. Köprü altlarına geldikçe, ağırlık yapmak için oturma yerlerimizi değiştirdik sürekli. Gondol ehliyeti almak için, iyi kullanmak dışında bir de şehrin tarihini ve ünlü binalarını da çok iyi bilmek gerekiyormuş. Olur da gondolcu olmak isterseniz, aklınızda bulunsun diyeceğim ama gondolcuların hemen hepsi Venedikliler. O yüzden pek şansınız yok.

venedik_kanal_gondol

Küçük kanalların başka küçük kanallara açılan noktalarında, kazaları engellemek için böyle aynalar mevcut.

venedik_bacino_orseolo_gondol_paarki

San Marco’nun çok yakınında, Hard Rock Cafe’nin hemen yanında, Bacino Orseolo denen, yarım ay şeklinde bir gondol parkı mevcut. Bu fotoğrafı, sabah erken saatte çektim, gondolcular güne başlamak için hazırlık yaparlarken.

Gelelim gondol ücretlerine. 30 dakikalık küçük tur için 90 €, 45 dakikalık büyük tur için de 120 € istiyorlar. Biz pazarlıkla küçük tura 80 € verdik. Bir gondola maksimum 6 kişi binebiliyor. Biz 12 kişi olduğumuz için avantajlıydık, iki gondola, 6’şar kişi olarak bindik, o yüzden oldukça ekonomik oldu kişi başına ücret. Ama belki daha ucuzu da bulunur. Ama bizim ödediğimizden fazlasını sakın ödemeyin, pazarlık yapmaktan da çekinmeyin.

AQUA ALTA

Biz Venedik’teyken, Venedik’i sel aldı, şehir sular altında kaldı! 🙂 Son sabah uyandığımızda, her yer suydu. Kaldığımız evin önündeki avluda 20 cm’ye yakın su vardı. Dışarı çıkabilmek için ayaklarımıza Türk usulü 2-3 kat süpermarket poşetleri geçirdik ama tabii 30 saniyede su doldu hemen içine. Ayaklarımız sırılsıklam oldu. Ama Türkiye’de nasıl ki yağmur yağınca hemen şeffaf şemsiye satanlar türüyor etrafta, orada da bütün büfeler, naylondan, çakma botlar satmaya başlıyor. Biz ilk gördüğümüz yerden 10 €’ya aldık bu naylonlardan, ama başka yerlerde 7 €’ya satılıyordu.

venedik_calle_mandola_sel

Sabah hiçbir şeyden habersiz, evden çıkınca karşılaştığımız manzara! 🙂 Evin avlusunda, 15-20 cm su vardı.

venedik_sel

Süpermarket poşetleri işe yaramayınca, çakma, naylon botlardan aldık. Fotoğrafta pek anlaşılmıyor ama 10-15 cm su var bulunduğum yerde, kanalla kaldırım birleşmiş! Kimi yerlerde dizimize kadar, hatta daha fazla su vardı.

Su baskınının sebebi, her yıl sonbahar aylarında Adriyatik Denizi’nin kuzey kıyılarında gel-git yaşanmasıymış. Eğer gel-git döneminde yağmur da çok yağarsa, aqua alta, yani “yüksek su” dedikleri bu sel baskını meydana geliyormuş. Aqua alta, Venedik’te artık hayatın bir gerçeği olmuş. Bütün şehir sular altındaydı, her yerde en az 20-30 cm, hatta bazı yerlerde 1 metre sular vardı ama Venedikliler günlük hayatlarına hiçbir şey olmamış gibi devam ediyorlardı. Sadece turistler panik halindeydi. O yüzden eğer sonbahar aylarında gitmeyi düşünüyorsanız bizim gibi, aklınızda olsun, mutlaka yanınızda plastik bot götürün.

venedik_sel_restoran

Restoranları, kafeleri de su bastı ama fotoğrafta da gördüğünüz üzere, hiçbir şey olmamış gibi insanlar hayatlarına devam ediyor.

venedik_san_marco_meydani_sel

San Marco sular altında. Ama çok garip, San Marco’ya sel suları denizden değil, meydandaki taşların altından yükselerek geldi.

venedik_san_marco_sel

Yine San Marco Meydanı, bazilikanın hemen önü. Belediye böyle yürüme yolları oluşturuyormuş gel git zamanlarında. Hatta haritası bile varmış bu yolların. Bir gün önceden, bunları meydanlara ve yollara yığmaya başlamışlardı. Biz de bu masa gibi şeyler ne acaba diye düşünüyorduk. Meğer gel-git zamanı önceden biliniyormuş ve belediye ona göre hazırlık yapıyormuş.

Bizim grupta hemen herkes bu sel olayından dolayı panik oldu ama nedense ben çok keyif aldım. Sonuçta bu da bir deneyim. Venedik’in sular altındaki halini de görmüş olduk. Panik olan arkadaşların hepsine söyledim, “şimdi böyle yapıyorsunuz ama dönüşte Venedik’le ilgili en çok anlatacağınız şey bu sel olayı olacak” diye, öyle de oldu! 🙂 Anın tadını çıkarmak lazım.

VENEDİK’TE YEME, İÇME, GECE HAYATI

Venedik, hem çok turistik olmasından, hem de tek ulaşım yolunun deniz yolu olmasından dolayı, çok pahalı bir şehir genel olarak. Dolayısıyla yeme-içme fiyatları da öyle. Misal, deniz ürünlü makarnaya tam 17 € ödedim sıradan bir restoranda. En basit pizza olan margharita ise aynı yerde 11 € idi. Murano, Venedik’e göre çok daha ucuz. Aynı deniz ürünlü makarna, 11 € Murano’daki restoranlarda. Restoran ismi vermeye pek gerek yok, çünkü çok turistik bir yer olduğu için hemen her yerde gerek yemeklerin kalitesi, gerekse fiyatlar aynı. O yüzden, hangi sokak hoşunuza gittiyse, orada bir restorana gidip oturabilirsiniz. Veya Rialto Köprüsü’nün iki yakasında, Büyük Kanal üzerindeki restoranlardan birini tercih edebilirisniz.

venedik_deniz_urunlu_makarna

En sevdiğim makarnalar, deniz ürünlü olanlar.

Eğer lüks severim derseniz, Harry’s Bar tam size göre. Harry’s Bar, İstanbul’da da bir şubesi bulunan meşhur Cipriani restoranlarının kurucusu Giuseppe Cipriani tarafından 1931 yılında açılmış. 2001 yılında, İtalyan hükümeti tarafından, milli kent simgelerinden biri olarak ilan edilmiş. Şampanya ve şeftali suyu karışımıyla yapılan meşhur İtalyan içkisi Bellini de ilk olarak burada icat edilmiş. Restoran çok pahalı olduğu için, turistlerin çoğu buraya sadece Bellini içmeye geliyormuş, bir kadehi tam 17 € imiş. Biz gitmedik. Bu arada Venedik’in bir diğer meşhur içkisi de Spritz. Ama nasıl tarif edeceğimi şimdi bilemedim. Beyaz şarapla maden suyu karışımı gibi bir şey. Gitmişken deneyin.

Gece hayatına gelelim diyeceğim ama Venedik’te gece hayatı filan yok, unutun gece hayatını. Özellikle de San Marco yakınında yok. Aslında üniversitelere yakın olan Campo Santa Margherita diye küçük bir meydan varmış öğrencilerin toplanıp bir şeyler içtikleri, ama biz üşendik oraya kadar gitmeye.

Onun dışında, küçük ufak tefek barları saymazsak, gidilebilecek tek mekan, San Marco’nun hemen yakınlarında olan, Hard Rock Cafe. Ama orada da sadece yemek yiyip, içki içip, sohbet edebilirsiniz. Son seçenek olarak da, bizim gibi casinoları seviyorsanız eğer, 1638 yılında kurulan Casino di Venezia, yani Venedik casinosuna gidebilirsiniz. Giriş ücreti olarak 10 € alıyorlar, bu ücret karşılığı verdikleri biletle içeride oyun oynayabiliyorsunuz. Ama benim doğum günüm olduğu için hem giriş ücreti almadılar benden, hem de şu anda severek taktığım saati hediye ettiler! 🙂 Ama buradan yine tekrar ediyorum, casinoya gitmeyi kimseye tavsiye etmiyorum. Dediğimi yapın, yaptığımı yapmayın! 🙂

VENEDİK’E NASIL GİDİLİR, NEREDE KALINIR?

Bu defa hem ulaşımda hem de konaklamada iki yeni seçeneği denemiş oldum. İlk nerede gördüm hatırlamıyorum şu anda, ama İtalyan havayolu Alitalia’ya ait olan, kendisinden daha iyi olduğu söylenen low coast havayolu Air One’ın Haziran 2012’de İstanbul-Venedik uçuşlarına başlayacağını duyar duymaz, hemen internet sitesine göz atıp, normalde THY’de gidiş-dönüş 300 € civarında olan biletlerin, tek yön sadece 40 €’dan başladığını görünce, aylar sonrası olmasına rağmen, Kurban Bayramı tatili için hemen biletimi aldım. Valiz ücretleri dahil gidiş-dönüş sadece 108 € ödedim. Hemen ardından, arkadaşlarım ve kuzenlerim de bilet aldı ve böylelikle 12 kişi olmuş olduk. Bayram gibi fiyatların tavan noktası yaptığı bir dönemde, oldukça ucuza uçmuş olduk! 🙂 Uçuş da gayet konforluydu. Pegasus’tan çok bir farkı yoktu. Bilet almak isterseniz, buraya tıklayıp, Air One’ın websitesine ulaşabilirsiz.

venedik_deniz_taksi

Bizi havaalanından Venedik’e götüren deniz taksi. Malum Venedik’teki ilk anlar olduğu için, yol oldukça keyifli.

Mestre’de bulunan Marco Polo Havaalanından Venedik’e trenle ulaşım mümkün ama deniz yolu en uygun seçenek. Eğer tercihiniz toplu ulaşım ise, kişi başı 15 € ödeyip 1 saat 20 dakikada Railto’da olabilirsiniz. Biz deniz taksiyi tercih ettik. 12 kişi için 200 € ödedik, yani kişi başı 16-17 € civarı ve sadece yarım saatte Rialto’da olduk. 4 kişi kiralamak isterseniz de ücreti 100 €. Biz bu defa hiç pazarlık etmedik ama dilerseniz siz yapın, bundan daha yüksek ücret kesinlikle ödemeyin. Dönüşte de yine aynı şekilde deniz taksiyle döndük. Bu defa Rialto’dan da değil, bize en yakın noktadan aldılar. Sel olduğu için, işimiz de çok kolaylaşmış oldu. Deniz taksi ofislerini, havaalanında, valizlerinizi alıp kapıdan çıkınca, hemen karşıda görebilirsiniz. Biletinizi aldıktan sonra da, havaalanının kapısından çıkıp, sola dönüp, 5 dakika yürüyünce deniz taksilerin kalktığı yere ulaşabilirsiniz. Dönüş için de otel resepsiyonlarından veya direkt kendi telefonlarından rezervasyon yaptırabilirsiniz.

Gelelim konaklamaya. Ben artık oteller yerine, evlerde kalmayı tercih ediyorum. www.airbnb.com sitesi aracılığıyla, gideceğiniz yerde yaşayan insanlar, kendi yaşadıkları evin bir odasını ya da sadece günlük kiralama amaçlı sahip oldukları evlerin tamamını kiralıyorlar. Bu konaklama şeklini daha önce duymuştum ama hiç kullanmamıştım. İlk defa Venedik’te kullandım ve çok memnun kaldım. Malum Avrupa’nın genelinde oteller eski ve bakımsız. Bu evler ise genellikle yenilenmiş ve tertemiz. Üstelik merkezi yerlerdeki evler, aynı bölgedeki otellere göre çok daha ekonomik, özellikle de kalabalık gruplar halinde gidiyorsanız.

venedik_campo_manin

Venedik’te kaldığımız ev, fotoğraftaki kırmızı binanın hemen solundaki sokaktaydı, ismi Calle Mandola. Meydanın adı da Campo Manin. Küçük ama sevimli, güzel bir meydan.

Biz 12 kişiydik, 6 kişi otelde kaldı, 6 kişi de kiraladığımız bu 6 kişilik evde. Kaldığımız ev, hem Rialto’ya hem de San Marco’ya sadece 5-6 dakika yürüme mesafesindeydi. 3 odası ve 2 banyosu vardı. Evde kalmanın bir diğer güzel yanı da, kendinizi 3-4 günlüğüne olsa da, Venedikli gibi hissetmeniz. Komşulara rastlayınca selamlaşmak, yakındaki süpermarkete gitmek, esnafla artık tanıdık hale gelip sohbet etmek, akşam yorgunluğunu evde oturup, şarap eşliğinde sohbet ederek atmak bana çok keyifli geldi. Zaten bir ay sonrasında yaptığım Milano seyahatimde de yine aynı şekilde otel yerine ev kiraladım. Venedik’te kaldığımız eve, 3 gece için temizlik ücreti ve Airbnb hizmet bedeli de dahil sadece 628 € ödedik. Yani kişi başı günlük 35 €’ya kalmış olduk. Evde kalmanın tek dezavantajı, sorular soracağınız bir resepsiyon görevlisinin olmayışı. Ama ev sahibine telefon ettiğinizde size mutlaka yardımcı oluyor. Zaten eve ilk geldiğinizde de, ev ve çevresiyle ilgili her şeyi anlatıyor ve hazırladığı küçük rehberi sizinle paylaşıyor. Kesinlikle Airbnb’yi kullanmanızı tavsiye ederim.

venedik_ev

Evin mutfağı

venedik_ev_manzara

Bu da evin manzarası

Arkadaşlarımız ise bize çok yakın bir otelde kaldı Hotel Serenissima adında. Kişi başı günlük 50 € civarı bir ücret ödediler. Genel olarak memnundular ama daha önce de bahsettiğim gibi diğer tüm oteller gibi, biraz eskiymiş. Yine de buraya tıklayarak bir göz atın isterseniz.

Ve geldik bir yazımızın daha sonuna. Umarım sizler de en kısa sürede Venedik’e gidersiniz. Mutlaka görülmesi, sokaklarında kaybolunması gereken bir yer. Ama 3-4 günden fazlasını çok da tavsiye etmem. Zaten genel olarak neresi olursa olsun, şehir seyahatlerinin idealinin en fazla 3-4 gün olduğunu düşünüyorum. Şimdiden iyi yolculuklar. Buon viaggio!!!

 

INSTAGRAM: @orcundalarslan

 

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER YAZILAR:

48 SAATTE ROMA

PUGLIA

MİLANO VE COMO GÖLÜ